DOĞAÇLAMA KİSVESİ ALTINDA MARX'TAN BERMAN'A KAPİTALİZMİN BİZE ETTİKLERİ VE ÖZGÜRLEŞEN BİREY-SEYİRCİ ÜZERİNE EKSİK GEDİK BİR YAZI
|
Çiçeği Burnunda Karl Marx |
Son
günlerde Karl Marx'ın ismi "Genç Karl Marx" filmiyle
birlikte popüler gündemde sıkça anılmakta. Marshall Berman da
Marksizmle
Maceram
isimli
kitabında kendi Genç Marx'ının yazdığı 1844
El Yazmaları kitabından
bir kavramla karşımıza çıkıyor; Bildung. Berman Marx'ın bu
kavrama nasıl yaklaştığını şöyle açıklıyor;
Bildung,
liberal romantizmin temel aldıgı insani degerdir. Başka dillerde
ifade edilmesi güç bir sözcük olsa da "öznellik",
"kendini bulma", "büyüme", "kimlik",
"kendini geliştirme"
ve "oldugun kişi olma" gibisinden birtakım
soydaş fikirleri kuşattığını
söyleyebiliriz. Marx bu idealin, modem tarihteki yerini belirler ve
ona bir toplumsal kuram
yükler. İnsanın "serbestçe etkin" olma, "kendini
olumlama", "kendiliginden etkinlik"in tadını
çıkarma,
"fiziksel ve manevi enerjisini serbestçe geliştirmenin"
peşinde olma gibi evrensel haklannı savunurken hem Aydınlanma
Çağı'nın hem de bu çağın dönüm noktasını oluşturan
büyük devrimlerin
arkasında durur. Ne var ki, aynı devrimlerden beslenen burjuva
toplumunu kıyasıya yerer, çünkü böyle toplumlarda bütün
bağlann bağı olarak ortaya çıkan "para, her türlü
bireyselliğin tersine çevrilmesidir" (152) ve yine burjuva
toplumunda "sahip olduğun her şeyi satılabilir, yani
faydalı hale getirme" (130; vurgu Marx'a ait) zorunluğu söz
konusudur. Modern kapitalizmin, çalışma etkinliğini nasıl
işçiyi "kendi etkinliğine olduğu kadar öteki
işçilere ve doğaya yabancılaştıracak" biçimde
düzenlediğine işaret eder. İşçi "...bedenini harcar
ve zihnini yok eder"; "...ancak çalışma dışında
kendine gelir ve çalışırken kendisinin dışındadır";
"...çalışmadığı zaman kendindedir, çalışırken
kendinde değildir. Onun için çalışması gönüllü
değil, zorlamadır; zorla çalıştınlır,".
(Berman,
Marksizmle
Maceram,
25)
Buradan
hareketle Marksist Hümanizm kavramını ortaya atan Berman'ın
Katı
Olan Herşey Buharlaşıyor
kitabında Karl Marx'ın eserlerinden cümle cümle oluşturduğu bir
paragrafa geçiş yapmak
istiyorum. Marksist
Hümanizm de ne diye soracak olursak Berman; “Marksist
hümanizmi nereye koyacağınızı bilemiyorsanız, onu ellili
yılların
kültürüyle altmışlı yılların kültürünün bir
sentezi; karmaşaya, ironiye, çatışmaya yönelik bir
duyarlıgın isyan ruhuyla, esrime arzusuyla birleşmesi...”
olarak
niteleyebileceğimizi söylüyor ki bu yazının dönüp dolaşıp
geleceği konu olan Doğaçlama Tiyatro da bu yıllarda ortaya çıkıp
en hızlı ivmesini yakalamıştır.
Berman “Marx bir konuda
fetişistse bile çalışma ve üretim değil, çok daha karmaşık
ve kapsamlı gelişme idealidir bu” (Berman,177) diyerek Marx'ın
metinlerinden oluşturduğu kolajda Marx'ın fetişisti olduğu,
tutkuyla peşine düştüğü şeyi “tamamen
gelişmiş bireyi” gösterir;
“...'fiziksel ve tinsel
enerjilerin özgürce gelişimi' (1844 Elyazmaları); 'bireylerin
kendilerinde varolan yeteneklerin bütün olarak geliştirilmesi'
(Alman İdeolojisi); 'herkesin özgürce gelişiminin koşulu olarak
her bir kişinin özgür gelişimi' (Manifesto); 'bireysel
ihtiyaçların, yeteneklerin, zevklerin, üretici güçlerin, vb.
evrenselliği' (Grundrisse); 'tamamen gelişmiş birey' (Kapital)”
(Berman, Katı Olan Herşey Buharlaşıyor, 177)
Enteresan. Kendini feda,
bireyselliğin yok edilmesinin yüceltildiği yığın, kitle
mitolojisiyle dolu olduğuna tanık olduğum sol jargonun aksine bu alıntılar ve bu yaklaşımı
destekleyen başka kanıtlarla Marx'ın bireyden, bireyin yaratıcı
süreçler içinde özgürleşmesinden bahsettiğine tanık oluyoruz.
Kaldı ki kitabın daha önceki sayfalarında Manifesto'dan şöyle
bir alıntıya rastlıyoruz; “Sınıfları ve sınıf çatışmalarını
içeren eski burjuva toplumu yerine, her (bireyin) özgür
gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir
birliğe sahip olacağız” (Marx'tan aktaran Berman, 138)
Berman bu alıntıdan sonra
şöyle devam ediyor; “Böylelikle piyasanın talep ve
tahriflerinden kurtulmuş özgelişme deneyimi özgürce ve
kendiliğinden ilerleyebilir. Burjuva toplumunun bir karabasana
dönüştürdüğü bu deneyim, artık herkes için bir neşe ve
güzellik kaynağı olabilir.” (Berman, 138)
Meğer Marx ha babam üretim
araçlarının mülkiyeti, çalışma ve üretim gibi 'sıkıcı'
konulardan bahseden bir ihtiyar değil, oyuna, yaratıcı enerjiye,
edebiyata meraklı, bireyin yok olmaktan öte özgür gelişiminin
mümkün olduğu bir toplum hayaliyle yanıp tutuşan bir baştan
çıkarıcıymış. Bu yakışıklı Alman İdeolojisi'nde şöyle
buyurmuş;
“yalnızca başkalarıyla
birlikteyken her bir birey kendindeki hazineyi bütün yönlerde
büyütmenin araçlarına sahiptir; bu yüzden, sadece bir cemaatte
bireysel özgürlük mümkündür.” (Marx'tan aktaran Berman, 138)
Marx'ın devrim sürecinde ve
sonrasında var olacak, dönüşecek bireylerini hayal etmenin
ötesinde sahip oldukları potansiyeli nerede görebileceğiz, bu
yaşam biçimini nerede deneyimleyip gözlemleyebileceğiz diye
sorsak? Bu mümkün mü? Yoksa bu birey ve onunla aynı ortama
sahip bireylerin oluşturduğu toplumu, topluluğu görmek için
devrime kadar beklememiz mi gerekecek? Bu bireyi görmek için suçlu
bir bürokratın dokunulmazlığının kalkmasını beklemekten daha
kolay bir yolumuz olabilir mi?
Berman'ın da kitabının son
sayfalarında altmışlı, yetmişli yılların caz, tiyatro ve sokak
sanatından verdiği örneklerle de desteklemeye çalışacağımız
savımızda odak noktamız doğaçlama sanatının prensipleri
olacak. Ancak burada ele alacağımız pratikler mümkün mertebe
“piyasanın talep ve tahriflerinden kurtulmuş özgelişme
deneyimi” sunma potansiyeline sahip sanatsal edimler olacak.
Brecht, Viola Spolin, Keith
Johnstone, Grotowski, Barba, Banksy ve dünyanın heryerine yayılmış
graffiti sanatçıları, sokak müzisyenleri, Living Theater, Boal,
sanatları için sunulu alanların ve pratiklerin dışına çıkmaya
ve temas ettiği herkesi kendisiyle birlikte maceraya sürüklemeye
çalışan farklı disiplinlerden sanatçıların ortak noktası var
mı? Varsa nedir?
Sokakta dış etmenlerin ya da
müdahalelerin etkisiyle yok olmak üzere oraya konmuş bir graffiti
milyon dolarlara satılan yağlı boya tuvallerden daha mı
değersizdir? Alınıp satılamaz olmayı seçmek sanatçıya ve
eserine ne kazandırır? Graffiti ne kadar kolaydır ki bu kadar
hızla yayılıyor? Herkese eşit fırsat sunmak konusunda sokakla
yarışabilecek bir mekan var mı? Yapan için de alıcısı, sanat
izleyicisi ya da katılımcısı için de. Hatta o kadar ki sen de
al bir kalem ve kendine bir duvar bul diyor adeta. Yaz ya da çiz,
biryerden başla diyor sanki. Ne de olsa herkesin içinde biraz
tosun var ya da Gezi'deki duvar sanatı patlamasını hatırlamak
bile yeter aslında. Yoksa resim sanatı; graffitiler, duvar
resimleri aracılığıyla yeniden kamusal alanımıza mı sızmaya
başladılar? Mekanla bütün olan resimler. Fiyakalı çerçevelere
oturtulmuş spekülatif yatırım aracı olmayı reddedip sokağın,
çamurun, trafiğin, bozuk paraların, sivilcelerin ortasında
belirip yok olmaya başlıyor. Resim var ama, resim yok.
Belleksizlik mi? Yoksa hep yeniden yaratarak, eylemin sonucu olarak
yapıldıkça var olan bir sanatsal süreç mi? Kendi yapısı kayıt
kavramından uzak olduğu için graffitiyi ciddiye almamalı mıyız?
Hesaplı kitaplı, paketlenip satılabilir hale mi getirilmiş
olmalı? Graffiti bir kişi ya da bir grup tarafından yapıldıktan
sonra müdaheleye açık olması nedeniyle kollektif bir sanat
eserine mi dönüşmektedir? Gitgide mahrem ve güvenli alanlarından
dünyaya açılan şehirli insanın yoluna çıkan çarpıcı bir
graffitinin kafalarda soru işareti, sorgulama ya da en azından
sanatsal bir diyalog yaratma ihtimali Sennet'in çöktüğünü
söylediği kamusal alanı evrimleştirme ihtimali olabilir mi?
Tekrar edilemez olması,
katılımcı, genel geçer algılardan ve kurallardan sıyrılmış
doğaçlama tiyatronun, Victor Turner'ın komunitas kavramını
deneyimleterek Marx'ın bahsettiği piyasa taleplerinin ortadan
kalktığı anları gösterme ihtimali nedir? TV programı ya da
herhangi bir beğeniyi ya da talebi tatmin etmek üzere yapılmayan,
sadece kendisi için gerçekleştirilen bir doğaçlama interaktif
hikaye anlatımı/yaratımı, performansı; seyirci/oyuncu ayrımını
ortadan kaldırarak alış/veriş, öğreten/öğrenen,
anlatan/dinleyen, oynayan/izleyen, alkışlayan/alkışlanan
ilişkilerini parçalayarak herkesi yaşamın sıcak ateşinin
etrafında topluyor olabilir mi? Tiyatronun bunu mümkün kılan
süreçleri doğaçlama ile yarattığında, devrim anında ve
sürecinde insanların nasıl bir halde olacağının tahminini yapan
Marx'ın söylediklerini kanıtlar nitelikte deneyimler biriktiriyor
olabilir miyiz?
Birliktelik duygusunu sağlayan
en önemli unsurlardan biri sürecin neler getireceğinin tam bir
muamma olması. Herkes birbirine sıkı sıkı sarılmalı, güzel
bir hikaye yaratmak için herkes uyanık olmalı. Hiç kimsenin
önemsiz ya da daha önemli olarak algılanmadığı bir yerdeyiz.
Dinleyen herkesin söz sahibi olduğu oyun alanındayız. Rüya
görebiliyorsak eğer, sanat için gerekli bağlantılar içimizde
bir yerlerde saklı olabilir. Onları açığa çıkartmak için
söylemeye çalışmak yerine dinlediklerimize reaksiyon verdiğimiz
akış içerisinde cevherimizi açığa çıkartma şansımız
olabilir mi? Doğaçlamada olan ya da olmasına çalışılan şey
bu. Önce dinle.
|
Viola Spolin |
Yirminci yüzyılın ilk
yarısında doğaçlama çalışmalarıyla dikkat çeken ve tiyatro
ile bağlantısı olan neredeyse herkesi etkileyen ve fakat ülkemizde
çok da bilinmeyen bir isim Viola Spolin. Çalışmaları için
bakın ne diyor;
Doğaçlama
Tiyatro ile çalışan herkes her an geri dönebilecekleri ve dönmek
isteyecekleri özgür bir alanın var olduğunu bilir... Aslında
ilgilendiğim şey Doğaçlama Tiyatro değil. İnsanların
istediklerini yapabilecekleri bu ‘özgür alanların’
oluşturulmasıyla ve bu ‘özgür alanlarda’ suyüzüne
çıkabilecek biçimlerle ilgileniyorum. (Sweet, Something
Wonderful Right Away,
50)
|
Yabancılaşma anında arayınız! |
Bu özgür
alan, Marx'ın “piyasanın talep ve tahriflerinden kurtulmuş
özgelişme deneyimi” yaratma potansiyeline sahip olabilir mi?
İzleyen/oynayan ayrımının kalktığı, performans
değerlendirilmesiyle bilete verilen paranın hakkını almaya
çalışan 'bilinçli' izleyicinin yok olduğu bu alanlar
Ranciere'nin arzuladığı 'özgürleşen seyirci'yi müjdeleyebilir
mi? Sanat para ile satın alınan akşam eğlencesi olmaktan
uzaklaştığında kapitalizmin, parasının hesabını bilen aklı
tedavülden kalkmak durumunda olmaz mı? Aklın ekonomisinden
sıyrılıp sezgilerin, duyguların katılımıyla anında yaratılan
hikayelerin aksine sanatçı/ların önceden belirlemiş olduğu ve
provalarla ezberlediği söylemlerin konvansiyonel temsilleri
totaliter yapılar olabilir mi? Herhangi bir evrensel değerin,
tahtadan sınıfa konuşan öğretmen vakarıyla, bilet satın almış
izleyicilere, belirlenmiş alanlarda dikte ettirilmesi özgür ve
piyasa beklentilerinden arınma potansiyeli olan bir sanatsal edim
vaad edebilir mi? Kişi sadece izlerken ne kadar katılımcı
olabilir? Konvansiyonel tiyatro içinde devinen oyuncu, müzisyen,
yönetmen -ki ne kadar da komutan ya da ustabaşına benziyor- ya da
bu 'kollektif sanatın' içinde herhangi başka bir 'iş'in ucundan
tutan sanatçı; performansının ödül, şöhret, para v.b. ile
değerlendirildiği ortamda özgür etkileşimler yaratabilir mi?
Yoksa içinde bulunduğumuz pratikler doğası itibariyle totaliter
mi? Tiyatro son iki yüzyılda billurlaşan bu yapısıyla gerçekten
'kollektif' midir? Konvansiyonel tiyatronun bugünkü organizasyon
prensipleri ve işleyişi Paris Kömünü'yle mi yoksa Henry Ford'la
mı daha ilişkilidir? Ya da birini seçecek olsak hangisini
seçmeliyiz?
Berman'ın
kapitalist iş bölümünün aşılması üzerine Kapital'den
alıntıladığı bölüm üzerinden tiyatro örgütlenmesine
baktığımızda ne görürüz;
“Sadece tek
bir özgün toplumsal işlevin taşıyıcısı olan kısmen gelişmiş
birey her çeşit işe uygun, üretimdeki herhangi bir değişikliği
göğüslemeye hazır, yerine getirdiği farklı toplumsal işlevler,
kendisi için, sadece kendi doğal ve edinilmiş güçlerine alanlar
açmanın çeşitli tarzları olan, tümüyle gelişmiş bireyle yer
değiştirmelidir.” (Kapital'den
aktaran Berman, 139)
Şimdi bu
cümleyi biraz tahrif ederek tiyatro açısından bakmaya çalışalım;
“Sadece tek
bir özgün tiyatral
işlevin taşıyıcısı
olan kısmen gelişmiş oyuncu
her çeşit işe uygun, sanatsal
yaratım
sürecindeki herhangi bir değişikliği göğüslemeye hazır,
yerine getirdiği farklı tiyatral
işlevler, kendisi için, sadece kendi doğal ve edinilmiş güçlerine
alanlar açmanın çeşitli tarzları olan, tümüyle gelişmiş
oyuncuyla
yer değiştirmelidir.”
“Doğal ve edinilmiş güçlere
alan açmak” ifadesi Spolin'in bahsettiği özgür alanları
çağrıştırıyor. Oyuncunun doğal ve edinilmiş güçleriyle
doğaçlamanın demokratik yaratım süreci içinde yer alan
katılımcılarının -ya da artık eski tabirle seyircilerinin-
doğal ve edinilmiş güçlerinin, dinleme ve olumlu katkı yapma
prensibiyle ortak hikayeye hizmet etmek üzere kaynaşması sonucu
gerçek anlamda kollektif sanatı yakalama şansına sahip
olabiliriz. Hikayenin yaratıldığı alanda bulunan her birey eşit
derecede öneme sahiptir ve katkıda bulunması için teşvik edilir.
Her söz, her fikir dikkatli bir algıyla karşılaşmayı hak eder.
Hata gibi görünen her edime yeni bir fırsat olarak yaklaşan
doğaçlama sanatında belirlenmiş bir senaryo olmadığından
hataya yer yoktur. Bunun sağlamasını caz müzisyenlerinin
doğaçlamalarında bulabiliriz. Herbie Hancock gençlik yıllarında
Miles Davis ile yaşadığı sahne deneyimini aktarırken tam da
Miles meşhur sololarından birini çalmaya başladığında
kendisinin yanlış akor bastığından bahseder, Hancock. 'Yanlış'
notayı duyan Miles bir an durup dinleyerek 'yanlış' gibi gelen
seslerin iyi duyulmasını sağlayacak notalar basmaya başlayarak
uyumsuz, hatalı gibi görünen sesleri yeni ve anlamlı bir
güzergaha sokar. Yapılan bir 'hata' artık ortak hikayenin
sürprizli dönemeçlerinden birini oluşturmuştur. Herbie Hancock
doğaçlamayı içselleştirmiş hatta doğaçlamalardan doğmuş caz
müziği dışında başka bir müzik yapıyor olsaydı herhalde
orkestra şefi tarafından kuliste bir güzel haşlanmış
olabilirdi. Doğaçlama sanatsal yaratım sürecindeki bu ilişkinin
hayatın akışı içerisinde işletilebildiği zamana devrim deniyor
herhalde. Kar/zarar, alım/satım ilişkilerinden sıyrılabildiğinde
hayat da sanat gibi özgürlük alanları vaad edemez mi?
Çerçeve
sahneden, ezberlenerek seslendirilen hangi söylem bireye ve
dolayısıyla topluma özgürlük vaad edebilir? Haydi
bu eksik yazıyı da Berman'dan bir alıntıyla tamamlayalım;
Kapitalizm
korkunç bir şeydir, çünkü insanın enerjisini kullanmasını,
kendiliğinden (spontane) duyumsamayı, insani gelişimi, sadece ve
sadece sonradan un ufak etmek üzere teşvik eder; zirvede duran
bir avuç parsa toplayıcı dışında kimse de bu yıkımdan sağ
salim kurtulmayı başaramaz.
(Berman,
Marksizmle
Maceram,
25)
Bana sahneye
rolleri ezberletilmiş çıkanları anımsatıyor. Bu düşünceden
kurtulamıyorum.
Koray
Tarhan
KAYNAKÇA
Berman,
Marshall.
Katı
Olan Herşey Buharlaşıyor.İstanbul:İletişim
Yayınları,
1994
Berman,
Marshall.
Marksizmle
Maceram.İstanbul:İletişim
Yayınları,
2014
Spolin,
Viola. Improvisation
For the Theater.
Illinois: Northwestern University Press, 1999
Sweet,
Jeffrey. Something
Wonderful Right Away.
New York: Limelight Editions, 2003