12 Ağustos 2011 Cuma

DİSİPLİNLERARASI SANAT ATÖLYESİ GENÇKAMP DENEYİMİ




         Psikolog Tolga Erdoğan’la altı ay önce oluşturduğumuz ve bir kısmını farklı topluluklar üzerinde deneyimlediğimiz bir program; Disiplinlerarası Sanat Atölyesi. Katılımcılar, çeşitli sanat dalları ve terapi tekniklerinin uygulanmasından oluşan bir programa dahil olurlar. Program süresince beden farkındalığı, iletişim becerileri, kaynak geliştirme, özgüven, yaratıcılık, sorun çözme ve zor durumlarla başa çıkabilme konuları üzerine çalışılır. Bu çalışmalar katılımcıların çeşitli sanat dallarında, oyun aracılığıyla, geçirdikleri yaratıcı süreçler sonucunda gerçekleşir. Katılımcılar oyun aracılığıyla ‘yaratıcı’, ‘zeki’, ‘yetenekli’ olmanın ağırlığını yaşamadan özgürce kendi kaynaklarını kullanarak bu kaynakların farkına varır.


       Geçtiğimiz altı ay boyunca farklı gruplarla bir bölümünü gerçekleştirdiğimiz programı 24 Temmuz, 1 Ağustos 2011 tarihleri arasında Gençtur’un Bergama’da bulunan Afacan Motel’de düzenlediği Genç Tatil yaz kampında altı gün boyunca deneyimleme şansı yakaladık. Çalışma planımız her sabah ortalama iki saatti. Kimi günler bu program gün içinde kısa eklentilerle esnedi. Altı oturum üzerinden oluşturduğumuz programda amaçlanan noktaların tümüne hizmet etmek için öngördüğümüz zaman elimizde yoktu. Çalışmaya istekli bir grup öngörüsü de kampa gelen katılımcıların ondört, onyedi yaş arası ergenler olmasıyla birlikte geçerliliğini yitirdi.
Elimizde iyi kullanmamız gereken bir zaman ve dikkatli davranmazsak gitgide zorlaşacak bir ekip vardı. İlk gün katılımcıları birbirine kaynaştıracak tanışma oyunları oynandı. Yol yorgunluğu ve mekan değişiminin yarattığı ufak şaşkınlıkla birlikte oyunlara katılım temkinliydi. Birkaç oyundan sonra çalışma kırkbeş dakikada sonlandı. İlk gün artık cepteydi; herkes kısa sürede birbirine dair fikir oluşturmaya başladı, biz de ekip üyelerini tanıma fırsatı yakalayarak programı ne yönde esnetebileceğimize dair ipuçları elde etmiş olduk.
      
      İkinci gün katılımcılar bedensel bir aktiviteye sokulmadan doğrudan resim çalışmasına alındı. Tolga Erdoğan tarafından yürütülen bu çalışma sonunda katılımcılar ellerinde kendilerini ifade eden birer ikişer resimle başbaşa kaldılar. İlk gün bedensel oyunlarda katılımı zayıf olan ekip üyelerinin bu çalşma ile birlikte enerjisi yükselmişti. Oyuncağı değiştirmek, ilginin hep uyanık kalmasını sağladı. Resim dersi lise müfredatından resmen dışlandığı için katılımcılar yıllardır resim yapmadıklarını hatta yapamayacaklarını zannettiklerini söylerken ellerinde inanılmaz resimler tutuyorlardı. Kendi yaptıkları resimleri kimi yanında götürdü, kimi panoya astı, kimi de ortada bıraktı ya da attı. Sonuç olarak elde var iki; herkes resim yaptı ve yargılanma korkusu olmadan birbiriyle paylaştı.
Üçüncü gün doğaçlama çalışmalarına geri dönüldü. Kısa bedensel ısınma oyunlarından sonra sıra doğaçlama temrinlere geldi. Refleks ve takip oyunlarının ardından basit bir zıplama oyunu aracılığıyla katılımcılar risk almaya teşvik edildi. Dinleme ve diyalog sürdürme konuları üzerine oynanan oyunlar, ilişkilerde pozitif yaklaşımın önemini göstermeyi amaçlıyordu. Oynanan oyunlardan kasıt değişik senaryoların temsili değil, farklı sayılarda oyuncular tarafından oynanan kurallı oyunlardır. Katılımcılar diğer katılımcılar karşısında kısa performans oyunlarını deneyimleyerek tiyatral bir deneyim kazanmış oldular. Elde var üç; herkes sahnede birbirini dinleyerek yoktan performans gerçekleştirebileceğini gördü. Dinleme ve pozitif katkı prensibi ilk iki gün problem yaratmanın eşiğine gelmiş kimi katılımcıların hızla pozitif yönde değişmesini sağladı. Kamp kuralları üzerinden gelişen sorunlar kimi zaman sonuçsuz da olsa diyalogla aşılmaya çalışıldı. Yönetim ve katılımcılar arasında diyaloğun kopmamış olması kamp sonundaki iyimser havayı hazırlayan en önemli etmenlerden biriydi.
Aynı gün katılımcılara seçim şansı verilerek üç top yapma ve çevirme atölyesi duyuruldu. Zorunlu bir çalışma olmamasına rağmen hemen herkes kendi topunu yaptı ve temel prensipler doğrultusunda topları çevirmeye çalıştı. Kimi vazgeçti, kimi inad etti ama çalışmanın enerjisi kampın sonuna kadar devam etti.
Sonraki çalışma gününde bu sefer Tolga’nın yönettiği altı parçalı öykü çalışması yer aldı. Katılımcılara kendileriyle ilgili önemli bir farkındalık kazandıran bu çalışma sonunda, katılımcılar yazı, resim ya da sembollerle bezenmiş hikayeler oluşturdular. Kimi sadece yazı, kimi sadece resim kullanarak, kimi de her ikisini harmanlayarak tam anlamıyla disiplinlerarası hikaye anlatımları ortaya koydular. İç dünyalarını sanat yoluyla cesurca ortaya koyan katılımcıların çalışma sonunda storyboard, çizgi roman, hikaye, afiş, resim gibi farklı sonuçlar ortaya çıkardığı görüldü. Bu sefer oyun belli ancak malzemeler çeşitliydi. Elde var dört; yine özgür bir ortam ve oyun mantığı eğlenceli ve kaygıdan uzak bir yaratım sürecini doğurdu. Çıkan hikayeler üzerinden katılımcılar kendi hayatlarına dair geribildirimlerde bulundu. Farklı sorunlar ya da yetilerin su yüzüne çıktığı görüldü.

       Son çalışma gününde tekrar doğaçlama çalışması yapıldı. Diğer etkinliklerin ve geçirilen zamanın yarattığı sıcak bir ortamda katılımcılar değişik ısınma oyunlarını ve performans oyunlarını deneyimlediler. İlk günün tutukluğundan eser kalmadığına şahit olduğumuz çalışmada farklı duygular üzerine perfromanslar gerçekleştirildi. Soyut bedensel ifade oyunlarının ardından artık sıra bir mekanda iki kişi arasında başlayıp biten diyalogları barındıran tiyatral oyunlara gelmişti. Bu oyunlar, doğası itibarıyla, seyirci karşısında gerçekleştirilen tiyatral olaykara dönüştü. Başka bir zeminde çalışmanın katılımcılarını tipik bir tiyatro çalışmasının içine gönüllü sokmak çok zor olabilecekken burada oyun oynamanın getirdiği rahatlık ‘tiyatro yapmanın’, ‘rol canlandırmanın’ ezberlenmiş zorluklarını ortadan kaldırdı. Elde var beş; doğaçlama aracılığıyla katılımcılar, tiyatroyu ilk anlamıyla, oyun oynamak olarak algılayarak, izleyenler karşısında özgür performanslar gerçekleştirdi. Sahnede diyalogu devam ettirmenin ön koşulunun ötekini dinlemek olduğunu gören katılımcılar, bunun günlük hayatta da çok etkili olabileceğini belirttiler. Isınma oyunlarında refleks, uyum, çabuk karar verme, kabul etme gibi noktalara yoğunlaşan çalışmalar katılımcıların herşeyden önce iyi vakit geçirmelerini sağladı.

       Altı oturum olarak tasarlanan bu çalışma, kamp sürecinde program değişikliklere uğrasa da, sonunda yapılan değerlendirme ile işlev olarak amacına ulaştı denebilir. Bu kısa sürede maksimum verimi almamızı sağlayan en önemli faktör, tüm etkinliklere oyun mantığı içinden yaklaşmamızdı. Katılımcılar çalışmaların işlevlerini kimi zaman merak etti, kimi zaman da sadece eğlenmelerine baktı. Sonunda şu net olarak görüldü ki, hemen tüm katılımcılar, çalışma içinde yer alan en az bir disiplinde ilk defa kendisini ifade etme cesaretini ve fırsatını buldu. Bunun yanında önemli noktalardan biri de hiç şüphesiz, ortaya koyulan çalışmaların eleştirilmemiş ya da not veya benzeri bir araçla yargılanmamış olmasıdır. Sanat ya da herhangi bir şekilde ifade yeteneğinin herkeste var olduğu önkabulu ile hareket edilmiş ve çıkan tüm sonuçlar kabul edilmiştir. Çalışma sürecinde, temel eğitim sürecinde çok da rastlamadığımız, paylaşım ve fikir alışverişi katılımcılar arasında kendiliğinden yaratıldı.
Çoktan seçmeli sınav odaklı, stres kaynağı eğitim sistemi içinde dışlanmış sanat derslerinin yokluğu, çocuklarımızdaki gerilimin, yetersizlik duygusunun, yalnızlaşmanın, sağlıklı iletişim kuramamak gibi çoğaltılacak birçok semptomun sebebidir. Sanat ve edebiyatın ağırlığını ders müfredatından kaldırmış olmanın acısını ileride çok çekeceğiz. Kendimizi özgürce ifade etmek yerine android telefonlarımızın tuşları aracılığıyla alıntılar paylaşmak zihnimizi fast food tabağına çevirebilir. İçimizdeki yaratıcı alanı ve iletişim kanallarını açık tutarak bireyselliğimizi yitirmeden ekip olmayı öğrenmemiz gerekiyor. Bunu mümkün kılacak en güçlü araç ise, eleştirilme korkusu olmadan, evcilik ya da saklambaç oynar gibi, sanatla olan bağlarımızı yeniden kurmak.
      Artık Amerika’yı yeniden keşfetmenin değil, mağara duvarlarına hayatımızı anlatan resimleri yeniden çizmenin vakti. Varsın kargacık burgacık olsun, nihayetinde hepimizin anlatacak bir hikayesi var.

Koray Tarhan

4 Ağustos 2011 Perşembe

“Burada hiçbir şey yok; her şey var.”

“Burada hiçbir şey yok; her şey var.”

OYUN

İstiklal Caddesi’nde yürürken, benim hesabıma göre, saniye başına yaklaşık üç çift göz düşüyordu. Her çifte ayrı ayrı bakıyorum. Bazısı ile daha uzun müddet durup, donup, bakışıyorum. Bazısı bakışlarını hemencecik çekiyor bir yana. On sekiz göz var bu atölyede, “hımım, şunu zaten tanıyorum, bu biraz şapşal gibi, öteki ne de uyuz, bu komik, bu iyi, bu ıvır, bu zıvır, bu bok, bu püsür” Haa! Ben süperim ama! Sahnede her şeyin en iyisini ben yapacağım için, hep orada olmalıyım. Başrol ben, sınıfta en yüksek notu alan ben, mülakatta seçilen ben, tercih edilen ben... Zira farklıyım ben farklı! Dilim sürçtü. Ah! Ama bir saniye bakın ben aslında onu yapmayacaktım, ben gayet bilgili, yetenekliyim, sempatiğim, ama ben, ama ben, ille ben, ben! Sizlere anlatmalıyım, ben öyle bir şey ki…

Gözlerine bakınca ne olacaksa sanki aynı olduğumu mu fark edeceğim? Olsun hadi, dur bakalım, bak bakalım gözlerine.

Ekip işiymiş bu… Yanındakini arkadaşını gözetecekmişim. Ben yok biz varmışız. İyi anladık da, “Hımhım burada yanlış yaptı.” Demeyecek miyiz? Mesela bence burada çok aptalca davranıyor, nasıl halledecekmiş ki onu öyle? Ben ona doğrusunu söyledim. Zira en doğrusunu ben bilirim. Allah’ım yanlış yapsa ya! O da yapsa! Öteki de yapsa! Tabi ben de yakalasam da abartsam! Eleştirsem! Eleştirdikçe primim artsa, mükemmel olsam! Kanıtlasam… Ha?

“Bak sana pasta aldım.”

“O pasta değil, yastık!”

Arkadaşını reddetme. Herşeyikontroletmeliyim! Ona güven. Yasaçmalarsa? Bırak. Yasaçmalarsam? Saçmala. Olmadıolmayacakyine! Düşünme. İnsanlarbanabakıyor. Şimdi sen bir aynasın. Hoşgeldinizdediacabanecevapversem? Düşünme. Aradıneyapsamacaba? Düşünme. Benhopdersemotopdertopdersebennederimozaman? Düşünme.

Düşünme. Bırak. Yap.

Düşünmüyorum. Nesneler büyüyor avucumun içinde. Bıçağın sapını hissediyorum. Çayın kokusunu alabiliyorum. Mutfak desem mutfak oluyor baktığım yer. Orman desem orman, deniz desem anda limandayım. Eğer inanırsam…

Kendin inanmazsan boş ver gitsin, anlatma…

Farkındalık, özyeterlilik, özyetenek, özdevinim, özdolaşım, özüme dolanmışım, öz!

Bu sahneye geldiğimde hiçbir şey yokken her şey oldu hiçbir şey, gördüm. Şimdiye kadar söylediklerimi hayatıma yor sen. Zira doğaçlama dünyası, asıl hayatımın bir simülasyonuymuş. Gerçek dünyanın prova alanıymış.

İnan. Reddetme. İzin ver. Güven. Fark et. Hisset. Düşünme. Yaşa. Çocuk. Doğal. Kendin. Kendilik.

Sahne nerede tıkandıysa, hayat da orada tıkanıyordu. Tıkanıklık açılınca, ikisi beraber açılıyordu. Oyun, güçlendiriyordu. Zira güç diye öğretilenin aslında güç olmadığını gösteriyordu. Ezberi bozup, yeniden yazıyordu.

Doğaçlama atölyesine başlayalı yedi ay olmuş. Doğaçlama tiyatro mu? Evet, izlemesi komik, eğlenceli, gülüyorum işte, öyle bir tiyatro türü işte herhalde. Birkaç gün önce atölyeye gitmeyi düşünen bir arkadaşıma atölyeleri anlatırken, “izlediğin kadarı değil, anlatamam, gidip yaşaman lâzım” derken buldum kendimi. Aslında, her bir yanını anlatması çok zor… Öyle “sosyal fobi, özgüven, potansiyelinin farkındalığı ve işyerinde verimlilik” falan demeyeceğim tabiî ki hepsi oluyor. Tecrübe edilmesi gereken bir şey… Bir yerden duymuşsun mesela sosyal fobini halletmek için gitmişsin, bir de bakmışsın sahnede senin en çok enerjiyi veren malzemen olmuş asıl meselen. Tuhaf bir etki… Terapötik bir değişimi ifade ediyor aslında hepsi. Kolumu kaldırırken kolumun hava ile etkileşime girdiği anı gördüm. Yerimden daha emin kalktım. Dururken, yürürken bedenimin kıpırdayışını hissettim. Daha rahat kıpırdandım. Yolda dans etmek istedim. Böyle olunca daha az düşündüm. Daha az yoruldum. Hiçbirşey ve her şey olmanın verdiği hafiflik... Gülebilmek lütfu cabası…

Oynadığım oyun bunların hepsi, hepsinin toplamı ve hiçbiri ve ötesi…

Nazlı Kalkan