4 Mart 2020 Çarşamba

KAYBETMEYİ ÖĞREN VAKİT VARKEN

Doğaçlama tiyatro performansında sahnelerin tıkanmasına neden olan en temel nedenlerden biri oyuncuların canlandırdıkları karakterlerin içinde bulundukları tartışmaların bitmemesidir. Tartışma bitmeyince şiddet yükselir ve sonrası bağırış çağırış, tonla tatsızlık. Sahne göz göre göre batar; ilişki evrilmez, yeni bilgi alamayız, duygular açığa çıkıp karakterlerin görünmeyen yüzlerine ışık düşmez ve her şey başladığı gibi biter. Belki bu çirkefleşmeye giden diyaloğun içindeki küfür ve hakaret ihtimalinin seyirciyi güldürme olasılığını sevebilirsiniz ama o zaman da seyirci bir sokak kavgasının dikizcisi konumundan öteye geçemez.

Holly Mandel & Koray Tarhan GII London Symposium Maestro Show 2019


O halde ne yapmalı?

Kaybetmeli. Vakit varken. Çünkü doğaçlama sahnesinde galiptir, hikaye yaratma yolunda mağlup olan. Hem mağlup olup hem nasıl galip olacağız? Mağlup olan yarattığımız karakter olacak. Yarattığımız karakter mağlup olduğunda, tartışmayı kaybettiğinde oyuncunun önünde sonsuz fırsatlar çıkacaktır. Bir hikayenin kahramanı özür dileyip, davranışlarının nedenlerini açıklamaya başladığında o kahramanı canlandıran oyuncu hikaye yaratma şansını yakalayacak. Alın size doğaçlama içinde tirat atma şansı. Başlayın Tennessee Williams’ın Sırça Hayvan Koleksiyonu oyunundaki Tom’u gibi; “Sen benim ne yapmaya çalıştığımı sanıyorsun? ” diye. Tartışma ille de zıt giderek olmaz, ortak yaşanan gerçeklere karşı farklı bakış açılarını ortaya dökerek dramatik çatışma fırsatını yakalamak için de kullanılabilir. Karakter diğer karakterle hemfikir olmak zorunda değildir. Ancak o karakterleri canlandıran oyuncuların birlikte oyun oynayarak hikayeyi yoktan var etmeye çalıştıkları bir zemin üzerinde birlikte hareket ettiklerini unutmamaları gerekir.

Peter Brook’tan ilhamla tiyatroya dair basit matematiksel bir tanım ortaya koyacak olursak şöyle söyleyebiliriz; “Bir A kişisi kendisi olmayan bir B kişisini canlandırır, bir C kişisi de onu seyreder”. Buradan yola çıkacak olursak şunu söyleyebiliriz; biz doğaçlayarak canlandırdığımız kişi değiliz. Sadece doğaçlamada da değil, metinli tiyatroda da oyuncu olarak canlandırdığımız kişi değiliz. Doğaçlamaya dönecek olursak, sahnede doğaçlama esnasında tartışan ve kazanmaya çalışan kişi biz değiliz, oynadığımız karakter. Dolayısıyla hayatta taşıdığımız kazanma arzusunu oyunda karakterimizi canlandırırken bırakmayı başarabilirsek hikayeyi evriltecek manevraları yaparak oynadığımız hikayeyi dolu ve izlemeye değer hale getirme fırsatını yakalamaya yaklaşabiliriz.

Kısaca bir anahtar çıkartacak olursak buradan; sahnede ilerlemeyen durumlar içinde kaldığımızda tartışmayı kaybederek bu tıkanıklığı açabiliriz. O zaman anlatacak şeylerimiz olacak ve hem karşımızdaki karakter hem de seyirci oynadığımız karakter ve durumla ilgili bilgiye kavuşmuş olacak.

Doğaçlamada bitimsiz tartışmalar esnasında oyuncular genellikle karşılaştıkları diğer karakterler üzerinden konuşmak eğiliminde olur. Oysa karakter kendisi hakkında konuştuğunda ya da karşısındakinin eylemlerinin kendisi üzerindeki etkilerinden bahsetme cesaretini gösterdiğinde karakter olmaya yaklaşır. O zaman karakteri tanımaya başlarız. “Ama sen de şöyle böyle” diye konuştuğumuzda hem karşımızdaki oyuncunun karakterini gereksiz yere domine etmiş oluyoruz hem de kendimiz hakkında bilgi vermemiş oluyoruz. Hamlet bile “şu kaskatı beden erise dağılsa bir çiğ tanesinde sabahın” diyerek kendisine veryansın ediyor. Karşımızdaki oyuncuya ve karaktere yardım etmenin en temel yollarından biri kendi karakterimizi inşa etmekten geçiyor. Kendi karakterimizin rengi belli olmadan sağa sola saldırdığımızda ortaya sadece şiddet çıkıyor.

Tartışmayı sonuçsuz sürdürmektense yeni bir basamağa evriltmenin yolu o tartışmayı kaybetmeye gönüllü olmaktan geçiyor. Tartışmayı belki de bir müzakereye evriltmek de diyebiliriz buna.

Bunu sevgilinizle de deneyebilirsiniz.

Koray Tarhan
Ocak-2020