30 Haziran 2017 Cuma

ÖLÜMÜ KUCAKLAMAK, YAŞAMI KUTLAMAK

Amerikalı oyun tasarımcısı, mizahçı, yazar, eğlence teorisyeni, eşsiz bir kişilik Bernard Louis De Koven. Uluslararası impro camiasının yakından tanıdığı, 2012 Applied Improvisation Network San Francisco Konferansı'nın onur konuğu Bernie, kanser teşhisi ile karşılaştığında neler söylemiş. Deepfun isimli sitesinde paylaştığı yazının çevirisinden öğreniyoruz. Doğaçlamanın temel prensibi “Evet, Ve...” ölümle yaşam arasında işletildiğinde nasıl bir tavır çıkıyor karşımıza. Bernie bizi başka bir oyuna davet ediyor...


ÖLÜMÜ KUCAKLAMAK, YAŞAMI KUTLAMAK

Teşhisi aldıktan kısa süre sonra kendimi hastanede peş peşe testlere tabi tutulurken buldum. Teşhis; sanırım dördünce seviyede kanseriniz olduğunu söylediklerinde olan bu. Kan testleri. Hiç bu kadar çok test tüpü göremezsiniz. Ve tabii ki şu şekil taramalar, bu şekil taramalar, röntgenler, möntgenler.

Bu süreçte hakikaten şefkatli, ilgili ve aslına bakarsanız sevgi dolu insanlarla tanıştım. Demek istediğim öyleymiş gibi davranmıyorlardı, gerçekten öyleydiler. Tam anlamıyla benim için oradaydılar. O zamana kadar hiç böylesine sıcaklık ve profesyonellikle karşılaşmamıştım. Benim durumumda birçok insanla karşılaşmışlardı mutlaka. Belki de yüzlercesiyle. Ama buna rağmen bana özel biriymişim gibi davrandılar. Onların profesyonel becerilerine ihtiyaç duyan eşsiz biri gibiydim. Sanki ben gibiydim.

Ben de her zaman olduğu gibi davrandım; şaka yaptım, kahakaha attım, takdir ettim, teşekkür ettim, hayran kaldım, onlarla konuştum, işleriyle ilgili bilgiler öğrendim, azizvari harikalıkları karşısında huşu içinde kaldım.

İşte bu sıralar bende ters giden birşeyler olduğuna dair kuşkulanmaya başladım. Demek istediğim gerçekten, derinden, temelde birşeyler yanlıştı. Yani Bernie, ölüp gidiyorsun. Ve ben bunu sanki aşka düşmüş gibi yaşıyordum.

Ben de eski bir aşkı kucaklayan aşık gibi, gerçekten de dopdolu bir hayat yaşamış biri gibi ölümü kucaklamaya karar verdim. Yetmişbeş yıl. Bunun elli yılını hayatımın aşkıyla evli olarak geçirdim. İki sevgili çocuk, altı güzeller güzeli torun. Bana kalan ne varsa, çevremdeki sevgi dolu insanlarla birlikte geçirmek için yaşamı kutlamak. Herşeyi.

Yani sonuç olarak yaptığım budur.
Daveti kabul etmek.
Ölümü kucaklamak.
Yaşamı kutlamak.

Kısa bir zaman sonra diğer yolu deneyecek ve ne olduğunu göreceğim.


Bernard Louis De Koven


Çeviri: Koray Tarhan

7 Haziran 2017 Çarşamba

BUHAR OLAN HERŞEY DOĞAÇLANIYOR




DOĞAÇLAMA KİSVESİ ALTINDA MARX'TAN BERMAN'A KAPİTALİZMİN BİZE ETTİKLERİ VE ÖZGÜRLEŞEN BİREY-SEYİRCİ ÜZERİNE EKSİK GEDİK BİR YAZI


Çiçeği Burnunda Karl Marx


Son günlerde Karl Marx'ın ismi "Genç Karl Marx" filmiyle birlikte popüler gündemde sıkça anılmakta. Marshall Berman da Marksizmle Maceram isimli kitabında kendi Genç Marx'ının yazdığı 1844 El Yazmaları kitabından bir kavramla karşımıza çıkıyor; Bildung. Berman Marx'ın bu kavrama nasıl yaklaştığını şöyle açıklıyor;

Bildung, liberal romantizmin temel aldıgı insani degerdir. Başka dillerde ifade edilmesi güç bir sözcük olsa da "öznellik", "kendini bulma", "büyüme", "kimlik", "kendini geliştirme" ve "oldugun kişi olma" gibisinden birtakım soydaş fikirleri kuşattığını söyleyebiliriz. Marx bu idealin, modem tarihteki yerini belirler ve ona bir toplumsal kuram yükler. İnsanın "serbestçe etkin" olma, "kendini olumlama", "kendiliginden etkinlik"in tadını çıkarma, "fiziksel ve manevi enerjisini serbestçe geliştirmenin" peşinde olma gibi evrensel haklannı savunurken hem Aydınlanma Çağı'nın hem de bu çağın dönüm noktasını oluşturan büyük devrimlerin arkasında durur. Ne var ki, aynı devrimlerden beslenen burjuva toplumunu kıyasıya yerer, çünkü böyle toplumlarda bütün bağlann bağı olarak ortaya çıkan "para, her türlü bireyselliğin tersine çevrilmesidir" (152) ve yine burjuva toplumunda "sahip olduğun her şeyi satılabilir, yani faydalı hale getirme" (130; vurgu Marx'a ait) zorunluğu söz konusudur. Modern kapitalizmin, çalışma etkinliğini nasıl işçiyi "kendi etkinliğine olduğu kadar öteki işçilere ve doğaya yabancılaştıracak" biçimde düzenlediğine işaret eder. İşçi "...bedenini harcar ve zihnini yok eder"; "...ancak çalışma dışında kendine gelir ve çalışırken kendisinin dışındadır"; "...çalışmadığı zaman kendindedir, çalışırken kendinde değildir. Onun için çalışması gönüllü değil, zorlamadır; zorla çalıştınlır,".

(Berman, Marksizmle Maceram, 25)




Buradan hareketle Marksist Hümanizm kavramını ortaya atan Berman'ın Katı Olan Herşey Buharlaşıyor kitabında Karl Marx'ın eserlerinden cümle cümle oluşturduğu bir paragrafa geçiş yapmak istiyorum. Marksist Hümanizm de ne diye soracak olursak Berman; “Marksist hümanizmi nereye koyacağınızı bilemiyorsanız, onu ellili yılların kültürüyle altmışlı yılların kültürünün bir sentezi; karmaşaya, ironiye, çatışmaya yönelik bir duyarlıgın isyan ruhuyla, esrime arzusuyla birleşmesi...” olarak niteleyebileceğimizi söylüyor ki bu yazının dönüp dolaşıp geleceği konu olan Doğaçlama Tiyatro da bu yıllarda ortaya çıkıp en hızlı ivmesini yakalamıştır. 


Berman “Marx bir konuda fetişistse bile çalışma ve üretim değil, çok daha karmaşık ve kapsamlı gelişme idealidir bu” (Berman,177) diyerek Marx'ın metinlerinden oluşturduğu kolajda Marx'ın fetişisti olduğu, tutkuyla peşine düştüğü şeyi “tamamen gelişmiş bireyi” gösterir;


 “...'fiziksel ve tinsel enerjilerin özgürce gelişimi' (1844 Elyazmaları); 'bireylerin kendilerinde varolan yeteneklerin bütün olarak geliştirilmesi' (Alman İdeolojisi); 'herkesin özgürce gelişiminin koşulu olarak her bir kişinin özgür gelişimi' (Manifesto); 'bireysel ihtiyaçların, yeteneklerin, zevklerin, üretici güçlerin, vb. evrenselliği' (Grundrisse); 'tamamen gelişmiş birey' (Kapital)” (Berman, Katı Olan Herşey Buharlaşıyor, 177) 

Enteresan. Kendini feda, bireyselliğin yok edilmesinin yüceltildiği yığın, kitle mitolojisiyle dolu olduğuna tanık olduğum sol jargonun aksine bu alıntılar ve bu yaklaşımı destekleyen başka kanıtlarla Marx'ın bireyden, bireyin yaratıcı süreçler içinde özgürleşmesinden bahsettiğine tanık oluyoruz. Kaldı ki kitabın daha önceki sayfalarında Manifesto'dan şöyle bir alıntıya rastlıyoruz; “Sınıfları ve sınıf çatışmalarını içeren eski burjuva toplumu yerine, her (bireyin) özgür gelişiminin herkesin özgür gelişiminin koşulu olduğu bir birliğe sahip olacağız” (Marx'tan aktaran Berman, 138)


Berman bu alıntıdan sonra şöyle devam ediyor; “Böylelikle piyasanın talep ve tahriflerinden kurtulmuş özgelişme deneyimi özgürce ve kendiliğinden ilerleyebilir. Burjuva toplumunun bir karabasana dönüştürdüğü bu deneyim, artık herkes için bir neşe ve güzellik kaynağı olabilir.” (Berman, 138) 

Meğer Marx ha babam üretim araçlarının mülkiyeti, çalışma ve üretim gibi 'sıkıcı' konulardan bahseden bir ihtiyar değil, oyuna, yaratıcı enerjiye, edebiyata meraklı, bireyin yok olmaktan öte özgür gelişiminin mümkün olduğu bir toplum hayaliyle yanıp tutuşan bir baştan çıkarıcıymış. Bu yakışıklı Alman İdeolojisi'nde şöyle buyurmuş;


 “yalnızca başkalarıyla birlikteyken her bir birey kendindeki hazineyi bütün yönlerde büyütmenin araçlarına sahiptir; bu yüzden, sadece bir cemaatte bireysel özgürlük mümkündür.” (Marx'tan aktaran Berman, 138) 


Marx'ın devrim sürecinde ve sonrasında var olacak, dönüşecek bireylerini hayal etmenin ötesinde sahip oldukları potansiyeli nerede görebileceğiz, bu yaşam biçimini nerede deneyimleyip gözlemleyebileceğiz diye sorsak? Bu mümkün mü? Yoksa bu birey ve onunla aynı ortama sahip bireylerin oluşturduğu toplumu, topluluğu görmek için devrime kadar beklememiz mi gerekecek? Bu bireyi görmek için suçlu bir bürokratın dokunulmazlığının kalkmasını beklemekten daha kolay bir yolumuz olabilir mi?  

Berman'ın da kitabının son sayfalarında altmışlı, yetmişli yılların caz, tiyatro ve sokak sanatından verdiği örneklerle de desteklemeye çalışacağımız savımızda odak noktamız doğaçlama sanatının prensipleri olacak. Ancak burada ele alacağımız pratikler mümkün mertebe “piyasanın talep ve tahriflerinden kurtulmuş özgelişme deneyimi” sunma potansiyeline sahip sanatsal edimler olacak.


 Brecht, Viola Spolin, Keith Johnstone, Grotowski, Barba, Banksy ve dünyanın heryerine yayılmış graffiti sanatçıları, sokak müzisyenleri, Living Theater, Boal, sanatları için sunulu alanların ve pratiklerin dışına çıkmaya ve temas ettiği herkesi kendisiyle birlikte maceraya sürüklemeye çalışan farklı disiplinlerden sanatçıların ortak noktası var mı? Varsa nedir? 





Sokakta dış etmenlerin ya da müdahalelerin etkisiyle yok olmak üzere oraya konmuş bir graffiti milyon dolarlara satılan yağlı boya tuvallerden daha mı değersizdir? Alınıp satılamaz olmayı seçmek sanatçıya ve eserine ne kazandırır? Graffiti ne kadar kolaydır ki bu kadar hızla yayılıyor? Herkese eşit fırsat sunmak konusunda sokakla yarışabilecek bir mekan var mı? Yapan için de alıcısı, sanat izleyicisi ya da katılımcısı için de. Hatta o kadar ki sen de al bir kalem ve kendine bir duvar bul diyor adeta. Yaz ya da çiz, biryerden başla diyor sanki. Ne de olsa herkesin içinde biraz tosun var ya da Gezi'deki duvar sanatı patlamasını hatırlamak bile yeter aslında. Yoksa resim sanatı; graffitiler, duvar resimleri aracılığıyla yeniden kamusal alanımıza mı sızmaya başladılar? Mekanla bütün olan resimler. Fiyakalı çerçevelere oturtulmuş spekülatif yatırım aracı olmayı reddedip sokağın, çamurun, trafiğin, bozuk paraların, sivilcelerin ortasında belirip yok olmaya başlıyor. Resim var ama, resim yok. Belleksizlik mi? Yoksa hep yeniden yaratarak, eylemin sonucu olarak yapıldıkça var olan bir sanatsal süreç mi? Kendi yapısı kayıt kavramından uzak olduğu için graffitiyi ciddiye almamalı mıyız? Hesaplı kitaplı, paketlenip satılabilir hale mi getirilmiş olmalı? Graffiti bir kişi ya da bir grup tarafından yapıldıktan sonra müdaheleye açık olması nedeniyle kollektif bir sanat eserine mi dönüşmektedir? Gitgide mahrem ve güvenli alanlarından dünyaya açılan şehirli insanın yoluna çıkan çarpıcı bir graffitinin kafalarda soru işareti, sorgulama ya da en azından sanatsal bir diyalog yaratma ihtimali Sennet'in çöktüğünü söylediği kamusal alanı evrimleştirme ihtimali olabilir mi? 


Tekrar edilemez olması, katılımcı, genel geçer algılardan ve kurallardan sıyrılmış doğaçlama tiyatronun, Victor Turner'ın komunitas kavramını deneyimleterek Marx'ın bahsettiği piyasa taleplerinin ortadan kalktığı anları gösterme ihtimali nedir? TV programı ya da herhangi bir beğeniyi ya da talebi tatmin etmek üzere yapılmayan, sadece kendisi için gerçekleştirilen bir doğaçlama interaktif hikaye anlatımı/yaratımı, performansı; seyirci/oyuncu ayrımını ortadan kaldırarak alış/veriş, öğreten/öğrenen, anlatan/dinleyen, oynayan/izleyen, alkışlayan/alkışlanan ilişkilerini parçalayarak herkesi yaşamın sıcak ateşinin etrafında topluyor olabilir mi? Tiyatronun bunu mümkün kılan süreçleri doğaçlama ile yarattığında, devrim anında ve sürecinde insanların nasıl bir halde olacağının tahminini yapan Marx'ın söylediklerini kanıtlar nitelikte deneyimler biriktiriyor olabilir miyiz? 


Birliktelik duygusunu sağlayan en önemli unsurlardan biri sürecin neler getireceğinin tam bir muamma olması. Herkes birbirine sıkı sıkı sarılmalı, güzel bir hikaye yaratmak için herkes uyanık olmalı. Hiç kimsenin önemsiz ya da daha önemli olarak algılanmadığı bir yerdeyiz. Dinleyen herkesin söz sahibi olduğu oyun alanındayız. Rüya görebiliyorsak eğer, sanat için gerekli bağlantılar içimizde bir yerlerde saklı olabilir. Onları açığa çıkartmak için söylemeye çalışmak yerine dinlediklerimize reaksiyon verdiğimiz akış içerisinde cevherimizi açığa çıkartma şansımız olabilir mi? Doğaçlamada olan ya da olmasına çalışılan şey bu. Önce dinle. 



Viola Spolin


Yirminci yüzyılın ilk yarısında doğaçlama çalışmalarıyla dikkat çeken ve tiyatro ile bağlantısı olan neredeyse herkesi etkileyen ve fakat ülkemizde çok da bilinmeyen bir isim Viola Spolin. Çalışmaları için bakın ne diyor;


Doğaçlama Tiyatro ile çalışan herkes her an geri dönebilecekleri ve dönmek isteyecekleri özgür bir alanın var olduğunu bilir... Aslında ilgilendiğim şey Doğaçlama Tiyatro değil. İnsanların istediklerini yapabilecekleri bu ‘özgür alanların’ oluşturulmasıyla ve bu ‘özgür alanlarda’ suyüzüne çıkabilecek biçimlerle ilgileniyorum. (Sweet, Something Wonderful Right Away, 50)





Yabancılaşma anında arayınız!


Bu özgür alan, Marx'ın “piyasanın talep ve tahriflerinden kurtulmuş özgelişme deneyimi” yaratma potansiyeline sahip olabilir mi? İzleyen/oynayan ayrımının kalktığı, performans değerlendirilmesiyle bilete verilen paranın hakkını almaya çalışan 'bilinçli' izleyicinin yok olduğu bu alanlar Ranciere'nin arzuladığı 'özgürleşen seyirci'yi müjdeleyebilir mi? Sanat para ile satın alınan akşam eğlencesi olmaktan uzaklaştığında kapitalizmin, parasının hesabını bilen aklı tedavülden kalkmak durumunda olmaz mı? Aklın ekonomisinden sıyrılıp sezgilerin, duyguların katılımıyla anında yaratılan hikayelerin aksine sanatçı/ların önceden belirlemiş olduğu ve provalarla ezberlediği söylemlerin konvansiyonel temsilleri totaliter yapılar olabilir mi? Herhangi bir evrensel değerin, tahtadan sınıfa konuşan öğretmen vakarıyla, bilet satın almış izleyicilere, belirlenmiş alanlarda dikte ettirilmesi özgür ve piyasa beklentilerinden arınma potansiyeli olan bir sanatsal edim vaad edebilir mi? Kişi sadece izlerken ne kadar katılımcı olabilir? Konvansiyonel tiyatro içinde devinen oyuncu, müzisyen, yönetmen -ki ne kadar da komutan ya da ustabaşına benziyor- ya da bu 'kollektif sanatın' içinde herhangi başka bir 'iş'in ucundan tutan sanatçı; performansının ödül, şöhret, para v.b. ile değerlendirildiği ortamda özgür etkileşimler yaratabilir mi? Yoksa içinde bulunduğumuz pratikler doğası itibariyle totaliter mi? Tiyatro son iki yüzyılda billurlaşan bu yapısıyla gerçekten 'kollektif' midir? Konvansiyonel tiyatronun bugünkü organizasyon prensipleri ve işleyişi Paris Kömünü'yle mi yoksa Henry Ford'la mı daha ilişkilidir? Ya da birini seçecek olsak hangisini seçmeliyiz? 


Berman'ın kapitalist iş bölümünün aşılması üzerine Kapital'den alıntıladığı bölüm üzerinden tiyatro örgütlenmesine baktığımızda ne görürüz;

“Sadece tek bir özgün toplumsal işlevin taşıyıcısı olan kısmen gelişmiş birey her çeşit işe uygun, üretimdeki herhangi bir değişikliği göğüslemeye hazır, yerine getirdiği farklı toplumsal işlevler, kendisi için, sadece kendi doğal ve edinilmiş güçlerine alanlar açmanın çeşitli tarzları olan, tümüyle gelişmiş bireyle yer değiştirmelidir.” (Kapital'den aktaran Berman, 139)

Şimdi bu cümleyi biraz tahrif ederek tiyatro açısından bakmaya çalışalım;
Sadece tek bir özgün tiyatral işlevin taşıyıcısı olan kısmen gelişmiş oyuncu her çeşit işe uygun, sanatsal yaratım sürecindeki herhangi bir değişikliği göğüslemeye hazır, yerine getirdiği farklı tiyatral işlevler, kendisi için, sadece kendi doğal ve edinilmiş güçlerine alanlar açmanın çeşitli tarzları olan, tümüyle gelişmiş oyuncuyla yer değiştirmelidir.”


 “Doğal ve edinilmiş güçlere alan açmak” ifadesi Spolin'in bahsettiği özgür alanları çağrıştırıyor. Oyuncunun doğal ve edinilmiş güçleriyle doğaçlamanın demokratik yaratım süreci içinde yer alan katılımcılarının -ya da artık eski tabirle seyircilerinin- doğal ve edinilmiş güçlerinin, dinleme ve olumlu katkı yapma prensibiyle ortak hikayeye hizmet etmek üzere kaynaşması sonucu gerçek anlamda kollektif sanatı yakalama şansına sahip olabiliriz. Hikayenin yaratıldığı alanda bulunan her birey eşit derecede öneme sahiptir ve katkıda bulunması için teşvik edilir. Her söz, her fikir dikkatli bir algıyla karşılaşmayı hak eder. Hata gibi görünen her edime yeni bir fırsat olarak yaklaşan doğaçlama sanatında belirlenmiş bir senaryo olmadığından hataya yer yoktur. Bunun sağlamasını caz müzisyenlerinin doğaçlamalarında bulabiliriz. Herbie Hancock gençlik yıllarında Miles Davis ile yaşadığı sahne deneyimini aktarırken tam da Miles meşhur sololarından birini çalmaya başladığında kendisinin yanlış akor bastığından bahseder, Hancock. 'Yanlış' notayı duyan Miles bir an durup dinleyerek 'yanlış' gibi gelen seslerin iyi duyulmasını sağlayacak notalar basmaya başlayarak uyumsuz, hatalı gibi görünen sesleri yeni ve anlamlı bir güzergaha sokar. Yapılan bir 'hata' artık ortak hikayenin sürprizli dönemeçlerinden birini oluşturmuştur. Herbie Hancock doğaçlamayı içselleştirmiş hatta doğaçlamalardan doğmuş caz müziği dışında başka bir müzik yapıyor olsaydı herhalde orkestra şefi tarafından kuliste bir güzel haşlanmış olabilirdi. Doğaçlama sanatsal yaratım sürecindeki bu ilişkinin hayatın akışı içerisinde işletilebildiği zamana devrim deniyor herhalde. Kar/zarar, alım/satım ilişkilerinden sıyrılabildiğinde hayat da sanat gibi özgürlük alanları vaad edemez mi? 

Çerçeve sahneden, ezberlenerek seslendirilen hangi söylem bireye ve dolayısıyla topluma özgürlük vaad edebilir? Haydi bu eksik yazıyı da Berman'dan bir alıntıyla tamamlayalım;

Kapitalizm korkunç bir şeydir, çünkü insanın enerjisini kullanmasını, kendiliğinden (spontane) duyumsamayı, insani gelişimi, sadece ve sadece sonradan un ufak etmek üzere teşvik eder; zirvede duran bir avuç parsa toplayıcı dışında kimse de bu yıkımdan sağ salim kurtulmayı başaramaz.
(Berman, Marksizmle Maceram, 25)

Bana sahneye rolleri ezberletilmiş çıkanları anımsatıyor. Bu düşünceden kurtulamıyorum.

Koray Tarhan


KAYNAKÇA

Berman, Marshall. Katı Olan Herşey Buharlaşıyor.İstanbul:İletişim Yayınları, 1994
Berman, Marshall. Marksizmle Maceram.İstanbul:İletişim Yayınları, 2014
Spolin, Viola. Improvisation For the Theater. Illinois: Northwestern University Press, 1999
Sweet, Jeffrey. Something Wonderful Right Away. New York: Limelight Editions, 2003