12 Ocak 2013 Cumartesi

BİBERİMİN GAZINI TADACAKSIN



Öngördüğümüz doğrulara gereğinden fazla güvenerek karşılaştığımız olguların etkisine kendimizi kapattığımızda ya büyük bir reddediş gösteriyoruz ya da kararsızlıkla ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Bu kararsızlık da başka büyük yıkımlara neden olabilmekte.  Öngördüğümüz doğruları her daim eylemlerimizde bilincimizle kontrol altına almaya çalışmak yaratıcılığımızı kilit altına alıyor.  Bunu aşmanın en temel yollarında biri Rollo May’in Yaratma Cesareti isimli kitabında belirttiği gibi doğruların seçimini bedenimize bırakmaktır.  Buna kalp de diyebiliriz ya da yürek.

Akılda tartıp biçip, eyleme geçmek; sosyal sınırları, kuralları, örfleri, adetleri, ötekinin bizim için ifade ettiği anlamları, politik ortamı, ekonomik ilişkileri ve daha birçok kısıtlayıcı ve sınırlayıcı etmeni analiz etmemizi ve ona göre bir starateji kurmamızı gerektirir.  Bu durumda güvenli kalabilmenin yolu kısıtlayıcı ve sınırlayıcı unsurların iktidarını peşin olarak kabul etmeyi gerektirir.  Bu durumda maaşımıza zam veya terfi almayı, yükselen bir politik kariyere sahip olmayı, iktidar tarafından pışpışlanmayı ve paye kazanmayı ve benzeri ‘avantajları’ elde etmeyi umabiliriz.  Eğer gerçekten göze girebilirsek ‘başarıyı’ yakalayabiliriz.  Bu başarının tehlikesi hakim olanın cezbedici iktidarını devralarak dar cürümünde fırtınalar estiren tıknaz bir çavuşa dönüşmemizdir.  Belirlenmiş görevleri zamanında yerine getrimekle vakit emekliliğe kadar geçer.  İmkanlar dahilinde astlarımıza karşı sergileyeceğimiz ceberrut tavır ancak aslında kim olduğumuzu reddetmekle veya kasıtlı olarak unutmakla mümkün olabilir.  Bunu yaparken karşımızdakini dinlemek ve katkıda bulunmak yerine ağzından dökülenlerin aklımızdan geçirdiklerimize oturduğu ölçüde doğru olduğu kabulünü gerektirir.  

‘Tek doğru var o da benim ki’. Buna uymayan  herşey yanlıştır.  Neden? Çünkü an başta kendimiz riske girerek kuralların ötesine geçme cesareti gösteremedik.  Hakim olan, iktidar sahibi her anlayış kendi neferlerini yetiştirecek sınırları yaratmakla kendini var etmeye başlar. 

Yeni bir şeylerin yaratılabilmesi için sınırlar esnemeli, bireyler arasında görüşler, sesler, görüntüler, bedenler ve zihinler arasında armoni yaratmaya dönük bir algı zinciri oluşturulabilmelidir. 

Yaratmak cesaret ister:  kendimizin gerçekten kim ve ne olduğunu, ne hissettiğini ifade edecek kadar cesaret.  Ötekiyi dinlemeyi ve anlamayı sağlayacak kadar cesaret.  Berbat hatalar yapacak kadar, yargılanmaktan, eleştirilmekten, herşeyi berbat etmekten korkmayacak bir cesaret.  Kararsızlığımızdan sıyrılıp bedenimizin karar almasına izin verecek cesaretten bahsediyorum.  Bisiklet sürerken her pedal çevirdiğimizde ‘nasıl oluyor da ilerliyorum’ sorusunu sormadan bizi dengede tutan bedenden bahsediyorum.  Metrelerce uzaktan net bir kararlılıkla şut çeken futbol oyuncusunun aldığı karardan bahsediyorum.  Bir vuruşta ortadan ikiye ayrılabilecek kayadan Davut heykelini çıkartan çekiç ve keskiye armoni kazandıran bedenden bahsediyorum.  Zihin anatomiyi çözmekle uğraştıktan sonra, nihayetinde çekiç görevi alır.  Ondan sonra ortalık bir süre toz duman olur.  ortaya çıkan eser bu sefer de zamanın akışında sanatçısını da aşarak tüm insanlıkla iletişime geçer.  Bu noktadan sonra kimi hırsız yaftası yiyerek Berlin’in ortasına Bergama müzesi kondurur, kimi Hasankeyf’te tarihi baraja boğdurur.  Karşılaştığımız şey her ne olursa olsun: ister bize yabancı bir sanatsal form ister bizden aşağı gördüğümüz bir ırk ya da din, mezhep mensubu ya da kendi değerler sistemimizde karşılığı olmayan herhangi bir şey, anlamak için gerekli olan duyularımızı çalıştırmadığımızda kendi mükemmel zindanlarımızda şükreder hale geliyoruz. 

Şükürler olsun tinerci değilim 


Bana verilen kataloğa uyan herşey, herkes makul ve makbuldür, uymayanlar ‘ucube’.  Öyleyse dozerimin kepçesini ya da biberimin gazını tadacaksın.  Aynen kötü bir doğaçlamada olduğu gibi; oyuncu girer bir sahne yaratır.  Diğer oyuncu girer ve bağıra çağıra sahneyi kuran ilk oyuncuyu döver ya da öldürür.  Perde ve hüsran. 

Oysa sözlükten çıkarılası ‘ucube’ kelimesini kullanmamanın yolu ötekileştirdiğini anlamak için dinlemek ve algıladıklarını değerlendirip armoni yaratacak yaratıcı hamleyle süreci zenginleştirmektir.  Ama sahne sadece sana kalsın istiyorsan hayali silahlarını kuşanabilir ve aynı sahneyi seninle paylaşmak isteyenlere hadlerini bildirirsin.  Ancak birgün gelir alkış beklerken sahneden tepe taklak düşersin.  Ya da zaten düşmektesin.  

Koray Tarhan 2012