22 Ağustos 2015 Cumartesi

KÜRTÇE DOĞAÇLAMA TİYATRO


-AMED DENEYİMİ-
mart 2015


İkibinonbeş yılının Mart ayında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nun çağrısıyla Diyarbakır'a gittim. (Yazının bundan sonrasında orada yaşayan arkadaşlarımın söylediği gibi Diyarbakır yerine Amed'i kullanacağım. Bu durum umarım yazıya karşı önyargı beslemenize neden olmaz). Amacımız Amed'de Kürtçe bir doğaçlama performans grubu oluşturmaktı. On günlük bir çalışma takvimi öngördük. En fazla onaltı kişiyle çalışmayı planlamış olmamıza karşın çalışmanın ilk beş gününde otuzun üzerinde katılımcıyla çalışmaları yürüttük. Atölyenin gerçekleşeceğini öğrenen Amed'deki diğer tiyatro topluluklarından oyuncular da çalışmaya katılmak üzere kültür merkezine gelmişlerdi. Hiçkimseyi dışlamadan çalışmalara başladık. Kalabalık grup oyunları, zihin-beden ısınma ve denge uygulamaları ve temel doğaçlama çalışmalarından sonra gösteriye hazırlık aşamasına geldik. Öngördüğümüz zaman aralığı için otuz kişi fazla olacağından son beş gün çalışmanın sonunda yapmayı planladığımız doğaçlama gösteride yer alacak Şehir Tiyatrosu oyuncularıyla devam etmek üzere katılımcı sayısını kısıtlamamız gerekti. Diğer topluluklardan bazı arkadaşları deneyimlerini kendi ekipleriyle paylaşabilmeleri amacıyla grupta tuttuk. Üzücü ama gerekli bu müdahaleden sonra yaptığımız çalışmaların sonunda, duyurusunu yapmış olduğumuz gösteriyi gerçekleştirdik. Tıklım tıklım bir salonda baştan sona Kürtçe gerçekleşen doğaçlama gösteride sunumu yapan ve yönelimleri alan birtek ben Kürtçe bilmiyordum. Seyircinin tepkisinden ve oyuncuların enerjilerinden iyi bir iş çıkartabildiğimizi görmek hepimizi mutlu etti. Ekip hemen ertesi hafta doğaçlama gösterilerini rutin olarak gerçekleştirmeye devam etti.

Her doğaçlama atölye çalışma süreci, yapılan işin doğası itibariyle özeldir. Ancak Amed'de yapılan çalışmanın diğerlerinin içinde özel bir konumu oldu. Bir önceki yıl Batman'daki (ki bu da İluh'tur oradakilerce) tiyatro festivalinde geçekleştirdiğimiz dört günlük çalışma ve gösteride aslında bölgede nasıl çalışmalar yapılabileceğine dair kuvvetli bir öngörüye sahiptim. Gençlikleri veya çocuklukları doksanlı yılların kirli savaş ortamında geçmiş, yasaklı bir dille konuşmayı ve sanatı öğrenmiş insanlarla doğaçlama çalışma yapmanın ve bilinçdışını kurcalamanın çok özel bir deneyim olduğunu söylemeliyim. Çalışmayla ilgili kişisel kanaatlerimi ve deneyimlerimi yazının sonunda Bir Şehri Özlemek alt başlığına erteleyerek, okuyucuyu atölye sürecini ve gösteriyi deneyimlemiş olan oyuncuların sözleriyle başbaşa bırakmak istiyorum.

Atölye sonunda gerçekleştirdiğimiz gösterinin ertesi gününde oyuncularla kısa bir röportaj gerçekleştirdik. Onlardan atölye ve gösteri sürecini değerlendirmelerini istediğimizde konuşmalarının video kaydını aldık ve deşifre ettik. Zaman engeli nedeniyle bazı oyuncular bu söyleşi kısmına maalesef katılamadı ama çalışmanın katılımcılar tarafından nasıl algılandığı ve anlamlandırıldığına dair genel bir çerçeve çizmemizi sağlayacak sayıya ulaştığımızı düşünüyorum. On iki oyuncu ve çalışmayı dışarıdan gözlemleme fırsatı bulmuş Şehir Tiyatrosu Genel Sanat yönetmeniyle yapılan röportaj kayıtlarında doğaçlama sanatıyla ilgili önemli bulduğumuz kısımları italik olarak belirttik. Oyuncuların sözlerini konuşma dilinden yazıya geçirirken, anlam kayması oluşmamasına dikkat ederek, ufak müdahalelerde bulunmak zorunda kaldık.




Vural Tantekin

VURAL:
Vural Tantekin ben. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu oyuncularındanım. Siz Koray Tarhan hocayla 10 günlük bir atölye yaptık. Siz de biliyorsunuz. Ya aslında başlarken ben çok kaygılıydım hani ne yapabiliriz, nasıl yürüyecek, kendimizi ne kadar katabileceğiz diye. Ya kaygılarım boşa cıktı. Çalışmanın sıcaklığı, çalışmanın hani yorgunluk alıcı - yorulduk ama- yorgunluk alıcı bir tarafı vardı. Bir enerji verdi. O enerjiden sonra ya evet dedim biz bence birşeyler yapacağız. Hani bir de yılların getirdiği bir beraberlik vardı ekipte, o da bir avantajdı aslında bizim için, birbirimizi tanımamız da avantajdı ama bu çalışmadan sonra herkesin birbirine karşı güveni çok daha farklı bir boyut aldı. Hem sahne üzeri ekip performansı anlamında, hem ilişki anlamında. Ben kendi adıma sunu soyleyebilirim bana çok şey kattı. Hem tiyatro dışında senaryo yazıyorum. Yazarken daha farklı düşünebilme , daha farklı bakabilme , alternatifleri daha cok çoğaltabilme gibi şeyler için bana çok yardımcı olacağına inananıyorum. Sahne üzerinde de size de sık sık söylediğim gibi tiyatronun temeline dinamit koydunuz. Yani bundan sonra dekorlu kostümlü repertuvar oyunlarını nasıl oynayacağız bilmiyorum. İster istemez kafa şeye gidecek, doğaçlamaya gidecek. Yani buraya da bir şey sıkıştırsak mı gibisinden falan ama Allah yardım etsin yönetmenlerle işimiz cok zor. Bu kadar.



Gula Özalp Ulusoy

GULE:
Adım Gule Ozalp Ulusoy. 18 yıldır Kürtçe tiyatro yapıyorum. Daha once mezopotamya Kültür Merkezinde Tiyatro calısmalarıma başlamıştım. 2008 den beri Diyarbakır Sehir Tiyatrosuyla beraber Kürtçe Tiyatro yapıyoruz. İlk defa Şehir Tiyatrosu olarak böyle bir çalışma yaptık. Daha önce de doğaçlama çalışmaları yapıyorduk ama Şehir Tiyatrosu ekibi olarak ilk defa böyle bir çalısma yaptık. İlk defa böyle bir atölyede yer aldım. Bu atölye çok sey kazandırdı bana. Kendi egolarımı törpülemeyi öncelikle bana öğretti. Ego nasıl törpülenir, beyin nasıl çalıştırılır bir şeyi yani... beyni birkaç yonlü kullanmayı en azından onu öğrendim. Komün calışmanın ne kadar faydalı, ne kadar enerji dolu, ne kadar verimli olduğunu kendim gördüm. Daha once bu atölyeden önce hiçbir zaman boyle bakmıyorduk. Her oyunda kendimizi öne sürmeye çalışıyorduk, kendi egolarımızı göstermeye çalışıyorduk. Ama bu çalışmada hep arkadaşımı düşünerek arkadaşıma nasıl olumlu bir öneri , olumlu bir oyun, olumlu birşeyde bulunabilirim ki arkadaşım bundan faydalanır da birseyler üretir hep bunları düşündüm. Artı bu atölyede şunu farkettim; kendi ana dilimi kendi Tiyatro dilimi Kürtce yaptığım halde günlük yaşamda ana dilimi kullanmamamın eksikliğini çok hissettim. Bunun önemini farkettim. Bu atölyeden sonra kendime program çıkaracağım, mesela Kürtçe kitaplarımızı hikayelerimizi romanlarımızı okumaya başlayacağım. Daha önce okuduk ama ara sıra böyle ihtiyaç temelinde. Ama artık öyle değil, nasıl ki günlük Türkçe kitapları okuyoruz, romanlar, hikayeler, artık Kurmançi benim hayatımın bir parçası olacak ki ben bu işi yapacaksam kendi dilimi geliştirmem lazım çünkü kendi dilinle o özgüveni yaşıyorsun yani. Bir kaç örneğini de gördük, arkadaşlarımda kendine güvenen sahnede kendini gösteriyordu. Çünkü alıp götürüyordu yani. O yuzden dil çok onemli, Doğaçlama Tiyatroda komün çalışmak çok önemli, onu farkettim bu çalışmada. Size de emeğinizden dolayı çok teşekkür ediyorum. Çok sağolun bu bilgilerinizi cimri davranmayıp da bizimle paylaştığınız için. Çok teşekkürler.


Elvan Koçer


ELVAN:
Merhaba adım Elvan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu oyuncusuyum. Atölye süreci bir kere çok eğlenceliydi, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. İlk şeyi farkettim, hani, sürekli öğrenmeye çalıştığımız şey, doğaçlamada aslında, önceden tasarlanmamış bir şey ya hani doğaçlama, ilk akla gelen şeyi yapınca daha yaratıcı olunduğunu farkettim. Kesinlikle yaratıcılık orada çıkıyormuş. Ama her seferinde provalar döneminde şey vardı bende sürekli; her ne kadar düşünmeyeceğim, kurmayacağım desem de kafamda, kendimi sürekli bir sonraki cümleyi düşünürken buluyordum. Onu bulmaya çalışırken yakalıyordum. Sonra oyunda, seyirciyle karşı karşıya gelince herşey kopuyor, siliniyor ve düşünemiyorsun, istesen de düşünemiyorsun sünra söyleyeceğin şey. Asıl yaratıcılık orada çıkıyor. Onu farkettim ve provadan daha rahat, aksine o heyecanla panik olmak yerine, daha rahat olduğumu hissettim. Daha güzel cümleler kurabiliyorum. Kürtçeye ne kadar hakim olduğumu farkettim. Günlük yaşantıda bile kendimi Kürtçe ifade edemem, çok dile hakim değilim dememe rağmen, sahne dilimin evet aslında bu olduğunu ve kendimi daha iyi ifade edebildiğimi farkettim. Aslında iki kelime de olsa hani asıl iş orada değilmiş, dili iyi bilmekle alakalı değilmiş. Sonra şeyi farkettim. Başıma dün gelen birşeyi anlatacağım. Oyun günü sabah bankaya gittim. İşlem yapacağım. İki tane gişe aynı anda yandı. Benimle birlikte başka bir müşteri de geldi. Gişe memurları kafaları önlerinde, bakmıyorlar hiç karşıya, böyle böyle çalışıyorlar. Soru soruyorlar sadece. Sonra ben dedim ki; 'pasaport harcı yatıracağım' dedim. Diğer gişe memuru bana cevap verdi bana; 'kaç yıllık' diye. Ben böyle bir döndüm, ona cevap verecek gibi oldum. Sonra kendime dedim; 'buradan bir oyun çıkar'. Doğaçlama bir oyun çıkabilir. Sürekli dışarıdaki yaşantımda da her an her yerde her şeyi bir oyuna çevirme, bir doğaçlama yapmaya başladığımı farkettim. Çok enteresan bir şey daha oldu. Normalde prömiyerlerde oyundan bir gün önce, iki gün önce stres yaparsınız, heyecanlanırsınız, uyuyamazsınız. Aksine bende oyundan sonra... Hani oyun bitti rahatladık, tamam güzel geçti. Rahatlamam gerekirken, bir şeyler oldu böyle kafa gitti. Uyuyamıyorum, sabah erken uyandım, hala heyecanlıyım, yani heyecanımı yenemiyorum. Şu saate kadar da öyle hala mesela dünkü gösteri aklımda. Yaptıklarım söylediklerim. Öyle..
Ben teşekkür ediyorum. Koray hocam iyiki de geldiniz, iyiki de sizinle tanıştık. İyiki de sizinle çalıştım.



Bora Çelik

BORA:
Bora ben, Bora Çelik. Şehir Tiyatrosunda oyuncuyum. Aslında ilk başladığımız zamanda, bir heyecan vardı bir beklentim de vardı. Yani nasıl olduğunu çok merak ediyordum. Özellikle atölye sürecinden verim alıp alamayacağımı kendimce sorguluyordum. Ana dilim Zazaki olmasına rağmen, Kurmançinin işte, Kürtçenin Kurmançi lehçesiyle daha çok oyunlarımızı yapıyoruz. Son üç dört yıldır aslında ben Kurmançiyle biraz daha ilerleme katettim. O da hani, gözümde sürekli şey, hani hep bir acaba diye soru işareti kafamda vardı. Yani yeterli miyim? Nereye kadar götürebilirim diye. Bu atölye çalışmasında biraz onu kırdım açıkçası yani hani, aslında o belli başlı kalıpların dışına aldı beni bu çalışma. Kendimle yüzleştiğim zaman aslında çok fazla böyle büyütülecek, devasa bir sorun olmadığını, bunun üzerine gidersem daha da ilerleme kat edeceğimi gördüm bu çalışmayla beraber. Gün içerisinde örneğin, etrafımızda olup biten bir sürü eylem varken bunlara çok fazla dikkat etmediğimi hissettim. Bu çalışmada onu gördüm. Özellikle seyirci karşısına çıktığım zaman seyircinin işte, bir meslekle ilgili söylediği bir şey, beni direk o mesleği düşündürtüyordu. Örneğin, bir berberle ilgili bir meslek söylendiği zaman, mesle berber olsun dendiği zaman, ben hemen sahnede berber napıyordu falan diye düşünmeye başladım. Dünkü çalışmadan sonra özellikle yani şimdi bir yere gittiğim zaman veya çevremde Bir şey gördüğüm zaman o meslek dalıyla ilgili daha bir gözlem yapma ihtiyacı ve isteği doğdu bende. Bunun bana kattığı çok şey oldu. Dil konusunda da özellikle, beni daha bir cesaretlendirdi açıkçası yani. Kurmanciyi daha bir, aslında alt yapımın olduğunu, benim bunu görmediğimi veya ne bileyim, kabullenmediğimi, hep bir eksikliğimin olduğunu hissediyordum. Bu bendeki bütün o algıyı paramparça etti, kırdı yani. Şu an, örneğin çok basit, onüç tane oyun oynadık. Bu onüç oyunda da yani çıkıp bir şeyler yapabileceğime inanıyorum. Yani bu bende o inancı sağladı. Çok verimli bir çalışma oldu bu benim için. Gerçekten de hayatımda böyle, önemli virajlardan biri yani. Bu yolda da ilerlemeye devam edeceğim, arkadaşlarla da yapacağız bunu. Bir de hani tiyatroya biraz daha farklı bir bakış açısı yarattı bende. Klasik oyuncu triplerinden, klasik oyuncu tarzlarının dışına sürükledi. Bu da hani işte gerçekten de o izleyiciyle olan iletişimimizde de bize çok faydası oldu. Örneğin aralarda bugün konuştuk da, kulise geçmektense izleyiciyle bir direkt temasa geçmek, izleyicinin o anki duygusunun ne olduğunu veya işte aslında bizim öyle çok büyüleyici insanlar olmadığımızı, bizim de onlarla aynı ete aynı kana sahip olduğumuzu gösterdi. İzleyicinin de hani o sıcaklığının bize geçmiş olması bizi daha cesaretlendirdi açıkçası. Böyle bir çalışma oldu, çok verim aldım. Umarım bundan sonra devam eder ve yeni yeni şeyler yaparız öyle ümid ediyorum.



Berrin Çelik

BERRİN:
Berrin Çelik ben, Şehir Tiyatrosu oyuncusuyum. Atölyeye başlarken şey dediler, tüm tiyatroyla ilgilenenler; Şehir Tiyatrosu ve dışarıdaki oyunculara açık olacak dendi. Dört yıl okulda doğaçlama eğitimi almıştım ama merak da ettim hani. Ne oluyor, ne bitiyor. Bu gösteri olur mu olmaz mı düşünmeden başladım işte ben de. Atölyeye geldim. Ben aslında kendimi farkettim. Özellikle Koray Hocanın benim solak olmam üzerine (tespiti)... Yani o kafa karışıklığımın sebebini... Bazı yerlerde çok yetersiz olduğumu farkettim, bazı yapılan çalışmalarda kendimi çok iyi hissettim. Kendimle yüzleştim yani. Tüm samimiyetimle söylüyorum. Ekiple yeniden bir araya geldim, beni en çok mutlu eden şey o oldu. Bir arada birşeyler yaptık, öğrencilerim de vardı. Benim için muhteşem bir deneyimdi. Hem biryerde ustalar var biryerde çıraklar var, bir yerde aradakiler var, biryerde ilk defa tiyatroyla ilgili çalışanlar vardı. O muhteşem bir devinimdi, enerjiydi. Ve şey, hepsinden çok keyif aldım. Kendime güvenim yeniden geldi, en önemlisi. Tam böyle kendimi kötü hissetmişken, bazen yok artık pes etmek gerekiyormuş, bırakmak gerekiyormuş derken; aa birlikte birşeyler değişiyormuş, birlikteyken farklı da olsa o birliktelik birşeyleri dönüştürüyormuş. Yeniden bu şansı sizin sayenizde buldum. Gösteride hepimizin kalbi duruyordu böyle. İlk kez böyle Bir şey yapıyorum ben de. Tamam hani okulda doğaçlama falan yaptık ama ilk kez böyle seyirci karşısında... hani ne oynayacağımı bilmiyorum, her an çuvallayabilirim. Öyle aralar da oldu zaten. Ama çok keyifliydi. Bir kere, oyuncuyla, sahneyle seyirci ilişkisini ilk kez hissettim. Her ne kadar alkışla onun canlı bir şey olduğunu biliyorsun ama, birebir onlarlaydım yani. Ne onların üstündeydim, ne de aşağıdaydım, eşittik. Karşılıklı beraber alıp veriyoruz. Sokaktasın, mahalledesin ya da kadınlarla, arkadaşlarla evde oturuyorsun ya böyle sohbet gibiydi. Muhteşem bir deneyimdi. Ve şunu farkettim; ben bu doğaçlama işini sahnedeki tekstten, klasik oyunculuk yaklaşımlarından daha da verimli ve şey buldum. Oyuncu olarak kendi açımdan hem de seyirci açısından. Ve karar verdim bundan sonra hep bu işi yapacağım ben. Özellikle Koray Hocaya çok teşekkür ediyorum. Yani benim hayatımda bir şans daha varmış, bunun bana verdi. Hayatımda ilk kez, bunu da itiraf ediyorum, böyle bir sanatçı, oyuncu görüyorum. Gerçekten böyle, bakıyor, herkesi görüyor, ne var ne yok ve gerçekten bütünlük denilen şey o, kuantumdaki var ya hani o parçalar dinamiktir ama bütünlüğün içerisinde daha anlamlı hale gelir. Bütünlük, önemli olan onun olduğunu pratikle gördüm. Şey beni çok mutlu etti, sahnedeyken şunu gördüm; başrol yok. En iyisi yok, en kötüsü de yok. Herkes biryerde iyiyken biryerde kötüydü. Çok denge vardı yani. Gerçekten evren gibiydi. Küçücük birşeyin bile, kocaman birşeyin bile, oyuncunun, seyircinin... benim için muhteşem bir deneyimdi. Ve böyle şey 'aaa sanatta etki oluyormuş yani' böyle öğretmek yerine, birebir tiyatroyla ilgili, yapacağım işle ilgili, beni böyle gerçekten netleştirdi. Ha bu iş böyle çok daha keyifli, benim kimseye bir şey öğretecek haddim yokmuş, ben ne kadar biliyormuşum onu fark ettim. Ve herşey karşılıklıymış. İyi ki gelmişsiniz hayatıma yeniden nefes geldi.


Leyla Batgi

LEYLA:
Ben Leyla, on beş yıldır Şehir Tiyatrosunda oyuncuyum. İlk duyduğumda atölyeyi, atölyeye gireceğim dedim. Çok yorgun olduğum için oyunlarda olmayacağım, ama mümkün değil artık. İlk başladığımızda hoşuma gitti, yani, rahattım rahatladım biraz. En azından, nasıl söyleyeyim, en azından atölyede şeyi öğrendim, eşitliği, demokrasiyi hani tekrar hatırlama adına. Sonra atölyedeki egzersizlerin bana ne kadar iyi geldiğini öğrendim, çünkü rahatladım. Stresli bir sezon geçirdim, çünkü oyun üzerine oyun, oyun üzerine oyun... hiç dinlenmeden hiç nefes almadan. Bu onun üzerine gelmesi çok iyi oldu. Rahatladım ve ondan sonra, doğaçlamalara geçtiğimizde bambaşka bir duyguydu. O her zaman yaptığımız oyunculuk, disiplin bilmem ne... onlar altüst oldu. Zaten sevmiyordum yani hep, oyunlarda hep keşke bu kadar disiplinli olmasa, keşke ezber olmasa; ezber problemi olan bir oyuncuydum. Bunları yaşadım ve mutlu oldum. En azından çıkacağım, oynayacağım ve kurtulacağım. İsterse kötü olayım seyirci karşısında. Çünkü bir artistomani hastalığı vardı hepimizde. Seyirciyi görmüyorduk bile. Kulise giriyorduk, giyinene kadar inene kadar seyirci gitmiş. Ama bunda öyle olmadı. Seyirciyle içiçe, seyirciyle gözgöze geldik. Bir çekingenliğimiz vardı. Daha bir oyun oldu ama ben kırdım diyebilirim. Rahatladım en azından. Bilmiyoum şimdi ne diyeceğimi bilmiyorum. Mutlu bir süreçti. On günlük bir atölye beni rahatlattı.



Kemal Ulusoy

KEMAL:
Kemal Ulusoy, Şehir Tiyatrosu oyuncusuyum. Daha önce İstanbul'da Mezopotamya Kültür Merkezi'nde oyunculuk yapıyordum. Ondan da önce 90'da KayDer'de oyunculuk yapıyordum. 7 yıldır buradayım. Atölyeye başlamadan önce kendimin oyunculuk ve doğaçlamaya ilişkin bağımı söylemek istiyorum. Doksanlı yıllarda öyle hobi olarak başladığımda bile doğaçlamalar yapıyorduk. Hatta doğaçlamalar sonucunda çıkardığımız bir perdelik oyun oynamıştık. Köyseyirlik gibi, değil de, kız kaçırma üzerine bir oyun oynamıştık 90 yılında. Ve MKM süreci var. 2008 yılına kadar da ağırlıklı olarak yine perdelik oyunlar oynasak bile metinli oyunlarda bile bazen doğaçlamalar yaparak karakterleri çıkarırdık ve oyun dışında yine oyunculuk çalışması yaparken doğaçlamalar yapardık ve bizim için daha doğrusu benim ve grup için en çok rahatladığımız, hem bedensel olarak hem ruhsal olarak, her türlü rahatladığımız şey o doğaçlamalardı aslında. Daha doğrusu bizde hani işin bir de siyasi yanı var yani. Yasaklı bir tiyatro yapıyorduk. Kürtçe yapıyoruz ve bodrumda oyunculuk çalışıyoruz. Kurumun baskın yapılma korkusu var. Belli günlerde zaten periyodik olarak gelirlerdi. Kısacası bu psikolojinin içerisinde o doğaçlamalar benim için terapiydi. Ya da böyle travma olan durumlarda o doğaçlamalarla terapi oluyorduk. Ama hani böyle bir form, bir tarz üzerinde çalışma ilk defa oluyor benim için. Hep isterdim ki böyle doğaçlamalarla oyunlar yapmak. Buna benzer şeyler yaptık mesela ikibinli yıllardan sonra köy seyirlik oyunlarından böyle oyunlar biraraya getirip... yine kendimi en rahat en huzurlu hissettiğim yine onlardı. Çünkü oralarda da yine doğaçlama aralıklar var, bir de yani belki toplumun içinde geleneksel şeyler doğaçlamalarla çıkmış yani. Köydeki tarımla ilgili sorunlardan çıkmış bir köy seyirlik oyun veya başka kendi aralarındaki sorunlardan kaynaklı Bir şey çıkmış mesela. Kısacası perdelik(metinli) oyunlarda ezberlenen şeylerde, benim için ezberle ezberle... o ikinci bir tekrarda benim için tekrardı. Bir hareket, dinamik, bir arayış açısından bir şey ifade etmiyordu. Artık bir yol açılmış, o açılan yolda yürü geri gel, yürü geri gel. Yani ne yapsan bile onu seyirciye şey gibi geliyor bana; 'bak biz bunu yapıyoruz, sen buna inanacaksın, bu böyledir.' yani kandırıyoruz işin aslı. Kendimizi de kandırıyoruz, onları da kandırıyoruz. Zaten kişi olarak da ben hep şeye karşıyımdır, her ne kadar öyle olsa da sistemimiz hani böyle, İtalyan sahne, perde, seyirci bu tarafta, izleyici karanlıkta, biz aydınlıkta. Kuliste hazırlanıyoruz onlar bilmiyor, başka kişiler geliyor sahne üzerinde aydınlıkta birşeyle oynuyor, karanlıktakiler oturuyor ondan sonra oyun bitiyor. Yani neredeyse karanlıkta gidiyorlar. Orada bile ışık yanmadan onu görmüyorum. İletişim bağımız yok. Bu benim her zaman aradaki duvarı yıkmaya çalıştım. İletişim kurmaya çalıştım, içimde kalan birşeydi. Yer yer oyunlarımızda küçük doğaçlamalar yapardık. İşte MKM sürecinde. Ama bu benim açımdan, çok uzattım belki ama, benim açımdan buraya gelmek bu tarzda bir şey yapmak, bundan önce Forum Tiyatrosu da yaptık, o interaktif durum, izleyiciyle durumu çözme meselesi, konuyu çözme meselesi bir nebze olsa olayı şey yapıyordu. Ama o da biraz politik çerçevede kalıyordu. İnteraktif kısmı da fazla olmuyordu. Yer yer çözemiyordu da ekibi. Ama bu mesele benim için geçen seneden beri başlayan Bir şey ve bir yıldan beri de benim en fazla heyecanla beklediğim atölyelerden biriydi. Bir an önce olmasını istiyordum. Zorladık ve bizim için ayların içinde en yoğun olan ay olsa bile olsun diyordum, olsun diyorduk. Ve iyiki de yapmışızdır. Acaba nasıl olacak? Acaba beklentim nasıl olacak? Her şeye rağmen benim için böyle Bir şey öğrenmek bile benim için büyük bir kazanım olacaktı. Ama benim bu çalışmadaki süreç içinde gördüklerim ve çalışmayı yöneten hocamızla, böyle biriyle şey yapmamız bile olağanüstü şanstı yani. Yüzünüze karşı söylemiyeyim gerçekten büyük bir şans olarak görüyorum. Dil meselesini de ortadan kaldıran, birbirimiz açan, birbirimizi oynatan, birbirimizi güldüren ve toplamında izleyiciye geçen bir durum olarak gördüm. Bu anlamda şunu hissettim biz, bazı klişeleşmiş korkular; ezber korkusu, klişeleşmiş oyun tereddütleri çıkmış bir iç enerji ortaya çıkmış refleksler açılmış ve bu izleyiciye de yansıyor. İnanıyorum ki bu oyuna gelen izleyiciler dalga dalga gelecek, diğer oyunlara olan izleyiciyi de arttıracak diye düşünüyorum. Mesela bizim ana binada, belediyede, yüzlerce çalışan vardır. Yüzde onu ancak oyunlarımızı izlememiştir. İnanıyorum ki dünkü gösteriden sonra bu dalga öyle bir yayılacak ki, tiyatroyla ilgisi omayan veya sevmeyen, veya burnunun ucuyla bakan, veya sıkıntı yaratan kişileri bile katacak ve bu enerji içimizde de yayılacak diye düşünüyorum. Diğer tiyatro topluluklarına da yayılacak diye düşünüyorum. Çok mutluyum çok huzurluyum. Böyle bir çalışmayı bize keyifle başarıyla kabul ettirdiğiniz için de yol gösterdiniz için minnettarım. Çok sağolun.



Rezan Kaya

REZAN:
Merhabalar ben Rezan Kaya, Diyarbakır Şehir Tiyatrosunda çalışıyorum. Atölye sürecine gelince, repertuar kurulumuz var bizim. O repertuar kurulunun bir üyesi de benim. İlk söylendiği zaman direkt ilk karşı çıkan kişi bendim. Çünkü midemi bulandırıyor tv programları. Gerçekten midemi bulandırıyor. Bir tane kadın sürekli şalvarla orasını burasını kaşıyarak çıkması falan. O kadar gereksiz geliyor ki. Kaba. Bu şekilde geldim. Büyük bir gardla geldim. Öncelikle bunu size söyleyeyim. Sonrasında ilk konuşmamızla birlikte bir durdum. Galiba bu hoca başka bir şey düşünüyor. Galiba kafasında başka bir şey var da gelmiş. Neyse zaten çalışmalara başladıktan sonra o büyük yıkım yavaş yavaş oluştu. Beyni durdurma, bedenin farkına varma, bedenle birşeyler yapmaya çabalama. O konuda bayağı bir hoşuma giden çalışma oldu. Birçok çalışma zaten hoşuma gitti de birkaçı var çok fazla ön plana çıkan. Onun dışında mesela şöyle bir problemim vardı benim; çok fazla hakimiyet. Belki de bir çalışmada sizin bana söylediğiniz; 'Çok fazla hakimiyet'. Arkadaşlarıma güvenmediğimden kaynaklı çok ciddi bir hakimiyet. Yani hazır ol Rezzan her an bir şey olabilir. Çünkü bir oyunda öyle bir şey oldu ki; Leyla ile dört sahnemiz var dördünde de geldi sahneye bana böyle bakıyor. Replik atması gerekiyor, bakıyor. Kürtçem zaten Allah'a emanet ilerliyor. Doğaçlama bir şey söyleyemiyorum, replik atamıyorum. Giriyordu sahneye çıkıyordu, giriyordu sahneye çıkıyordu. O yüzden böyle ciddi bir korku vardı. O korku da biraz yani artık biliyorum ben sıkışsam o arkadaşım bana yardım edecek. O arkadaşım yardım etmezse yönetici olan, oyunu yöneten kişi bana yardım edecek. Bir şekilde kurtulacağım ben bu işten. Onun rahatlığı vardı, dil konusunda başlangıçta hani şeyi düşünüyordum; konuşamam yapamam. Çoğu zaman Türkçe düşünüp Kürtçe konuştuğumuzdan kaynaklı olmaz falan diye düşünüyordum. Birçok doğaçlamada kendimi geri çekiyordum. En son sizin hayır çıkacaksın, konuşacaksın dedikten sonra baktım başka çare yok. Çıkıp saçmalayacağım. Bayağı yani benim için doğaçlama konusunda dil konusunda başarılı oldu.



Ruknettin Gül

RÜKNETTİN (Genel Sanat Yönetmeni):

Rüknettin Gül, Şehir Tiyatrosunda çalışıyorum. Genel Sanat Yönetmeniyim Şehir Tiyatrosunun. Aslında biz yaklaşık iki yıldır kendi aramızda Tiyatro Sporu üzerine bir çalışma yürütelim mi yürütmeyelim mi diye sohbetler ediyorduk. Şehir Tiyatrosu her yıl farklı yönetmenlerle farklı formlarda çalışmalar yürütüyor. Kısmet şimdiye imiş. Gerçekten dün akşamki gösteri hem seyircilerimiz açısından hemö oyuncu arkadaşlarımız açısından müthiş bir deneyim yaşattı. Biraz aslında başlarken hani aşina olduğumuz bir form değildi bu. Hani hep klasik çerçeve sahnede, klasik formlarda oyunlar deneyimlemiştik. İnteraktif olması hikayeyi, mevzuyu seyircinin belirlemesi ve o anda oyuncu arkadaşlarımızın o meseleyi doğaçlaması gerçekten en başından biraz stres yaratmıştı bizde. Bu biçim nasıl olacak? Yapabilecekler mi? Seyircinin tepkisi ne olacak? Şahsen kaygılıydım ama dün akşam o kaygıyla beraber oyun gerçekten çok eğlenceliydi. Birçok seyirciyle diyalog kurdum. Herkes gerçekten çok memnundu. Şunu çok değerli buluyorum; oyuncu arkadaşlarımızın müthiş bir özgüven duyduğunu düşünüyorum. Onlar da kısmen kaygılı, stresliydi. Deneyimledikleri bir şey değildi. Bu biçimde seyirciyle buluşmamışlardı. Onlara gerçekten bir katkı sunduğunuzu düşünüyorum. Diyarbakır'a gelişiniz gerçekten çok değerli oldu. Çok anlamlı oldu sizi tanımak. Sizinle diyalog kurmak çok değerli benim için. Umuyorum bu diyaloğumuz devam eder. Sizi Diyarbakır'a tekrar davet ederiz. İstanbul' geldiğimizde sizin çalışmalarınızı bu ekiple izlemek isteriz..
Dengbej oyununu çok değerli buluyorum. Dengbej formu Kürdistan coğrafyasında bir anlatı formu. Hem anlatı oluyor, hem stranlar söyleniyor. Hem küçük mizansenler yapılıyor. Küçük canlandırmalar yapılıyor Dengbej formu içinde. Seyircimiz buna çok aşina ama dün o formu Tiyatro Sporu içinde seyirciye sunmak çok eğlenceliydi ve çok buraya ait bir şey olduğu için seyircinin kopma noktalarından biriydi. Bizim için de büyük bir sürpriz oldu. Onun prova süreçlerini kaçırmıştım. Umarım arkadaşlarımız buraya ait birtakım hikayeler, buraya ait birtakım kurgularla bu işi sürdürürler. Eminim sürdüreceklerdir çünkü hem kendileri çok eğlendi hem seyirciye çok güzel bir akşam yaşattılar. Herşeyden önce size, özellikle size çok çok teşekkür ediyorum. İyi ki geldiniz hocam ayağınıza yüreğinize sağlık.



Yavuz Akkuzu

YAVUZ:
Yavuz ben. 2003'te tiyatroya başladım Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosunda. Mimarlık okuyordum o zamanlar. Bizim burada atölyeler düzenliyordu belediye, onlara katıldım. Oradan başladım yavaş yavaş. Sonra mimarlığı bitirdim ama yapmadım işte. Bir onüç yıldır tiyatro yapıyorum. Mimarlık bir içimde kaldı. İstediğim birşeydi içimde kaldı ama tiyatro nedense... bir ara bıraktım tiyatroyu baktım kilo alıyorum. Masa başında falan filan, sonra bıraktım. Sahnede olmam lazım, kilo verecek spor yapacak şeyler lazım dedim. Tiyatro Sporu da üzerine güzel denk geldi. Tiyatro Sporu projesi iki yıl önce arkadaşlarla planlarken bizim oyunlarda şey eksiklğini görüyordum ben; tasarlarken hep böyle edebi olana bağlılık vardı. Öyle bir klişe de vardır. Dünya tiyatrosunda Avangardlar genelde buna zaten karşı çıkıyordu. Biz de güzel şeyler, özgün şeyler yapıyorduk ama böyle edebi olana hep bir bağlılığımız vardı. Bunu nasıl kırarız? Kadir Hoca'nın öğrencisiyim ben Ankara'da Dil Tarih'te okuyorum Teori Bölümünde. Dördüncü sınıftayım, bitireceğim bu dönem. Kadir Hoca'nın Tiyatro Sporu yaptığını biliyordum. Oradan birkaç örnek izlemiştim. Bunu yapabilir miyiz diye arkadaşlarla paylaştım. Böyle bir atölye yapalım diye. Öyle gelişti sonra. Kadir Hoca'nın işi vardı ve size döndük. Ve iyi oldu bence. Sanki Kadir Hoca'nın yaptığı şeylerin üzerine birşeyler eklemişsiniz ve daha geniş bir alana açılmış gibi geliyor bana. Daha bir ufku açık, daha bir, nasıl söyleyeyim; daha paylaşımcı ve içinden çıkmış, varolan kalıbın içinden çıkmış bir havası var sizin atölyenizin. Bana onun sezdim. Ve dediğim gibi tiyatroda bizim yaptığımız oyunlara pozitif anlamda yansıyacak bu. Aynı zamanda her hafta gösterilerle zaten doğaçlama tiyatroyu bırakmayacağız. İşte metnin dışına çıkmak bence en önemli şey. Var olan aklın dışına, edebi olanın dışına çıkmak. Bazen doğaçlama yaparken bilinçdışında ortaya çıkar ve bunun üzerine tartışmak biraz. Sadece gösteri değil herşey. Bazen bilinçdışında birtakım kalıplaşmış, klişeleşmiş şeyleri de oturup grupla birlikte tartışmak ve onun üzerine gitmek anlamında bayağı yararlı olacak ve bu yaptığımız tiyatroya da yansıyacak. Yaptığımız sahneye de yansıyacak, oyunculuğa da yansıyacak, rejiye de yansıyacak. Bundan sonra mesela, yani biz Hamlet'i yaptık, Hamlet'i oynadım. Oyun çıktıktan sonra doğaç yapmaya başladığımı fark ettim. Prova sırasında mesela genelde edebi olana sadık kalmışım hissi uyandırdı. Oyun sırasında neden doğaç yapıyordum? Çünkü bir süre sonra kendimi rahat hissettim ama çok geçti bu, oyun sırasında, prova sırasında olmalıydı bu. Başka ne diyebilirim?.... Gösteride acayip heyecanlıydık, ben hele ölüyordum. Ne olacak? Çünkü bıçak sırtı bir şey. Atölyede bazı doğaçlamalarımız iyi oluyordu. Bazıları kötü oluyordu. Hangisi denk gelecek ne olacak? Hangisi daha iyi olacak? Bazı tabii favorilerimiz vardı. Yeni yarattığımız bir şey, sizinle birlikte; Dengbej mesela favori yani. Onlar evet belliydi güzel olacağı ama diğerleri ne olacak ne edecek? Hani seyirci nasıl bir reaksiyon verecek? Hepsi içimizde biryerlerin kasılmasına neden oldu. Dün ama, sahneye çıktık, ben yine kasılıyordum ama seyirciden o reaksiyonu alınca herşey evet herşey... bazı o... nasıl söyleyeyim, klasik tiyatronun yarattığı, yarattığımız o bazı yapay alanı kırdığını hissettim. Seyirciden o reaksiyonu aldığımız alınca, sahneye çıkınca evet. Ben mesela Hamlette, İki Efendinin Uşağında başrolü oynadım ve seyirci tanıdığımız seyirciydi. Yarısından çoğu arkadaşımdı ve onların algısında 'evet Yavuz iyi bir oyuncu ve iyi oyunlar sergiledi'. Ama dün burada ben bazı yerlerde kendimi çok kötü hissettim ve iyi performans sergileyemediğimi gördüm ve bu bana bir ihtiyaçtı. Düşmem gerektiğini hissediyorum. Yani artık bazı yerlerde evet, çok kolay yani gir içeri iki ayda oyun çıkar, bazen evet kötü çıkar ama güvenli alanın var. Bazen kendi başına sahnede düşmen gerekiyor. Düşmen gerekiyor ve yok olman gerekiyor. Dibe vurup oradan bir daha çıkmak gerekiyor. O yüzden benim için çok iyi oldu. Evet gece uyuyamadım. Tabii o kadar da kötü değildi, birkaç performans fena değildi. Orada şunu yapsaydım, orada bunu yapsaydım. Sanat eserinde şey vardır. Bazı edebi eserlerde de şey vardır; boşluk bırakırsın, o boşluğu seyirci tamamlar, yani okuyucu tamamlar. Burada da öyle, seyrederken bir sürü boşluk hissediyorsun ve sen tamamlıyorsun. Seyirci olduğunda; bunu evet ben tamamladım, ben de yaratıcıyım. Hatta sahneye çıktığında; dün seyirci sahneye çıktığında, üç başlı şair çalışmasında, hiç sahneye çıkmamıştı ve özgüveni tavan yaptı birkaç espriye reaksiyon alınca direkt 'aa ben de yapabilirim aslında, tiyatro bu kadar ulvileştirdiğimiz... a biz de yapabiliriz, Hamlet oyununda çok beğendiğim Yavuz; aa bak bu hatayı yapıyor'. Bu işte eşit seviyeye getiren bir durum oluyor yani. Evet sanatçıyım oyuncuyum, evet ben de yapabiliyorum o da yapamıyor. Bu yüzden de güzel oluyor, bu yüzden de reaksiyon interaktif bir şey oluyor. İyi oldu yani toplamıyla çok iyi oldu. Eksiklikleriyle, o eksiklikler bize lazımdı zaten. Boşluklarıyla, boşlukları seyircinin tamamlamasıyla, bizim tamamlamamızla. Gece benim uyuyamamamın nedeni de şu yani burada neden bunu yapmadım, şurada neden bunu yapmadım diye işte bu yaratıcılığı destekleyen bir şey. Bundan sonra evet, bunu da yapabilirim, bunu da yapabilirim diye daha ufkun açılıyor.



Ömer Şahin

ÖMER:
Merhabalar ben Ömer, tiyatroyla uğraşıyorum. Şimdi atölye süreci bizim açımızdan nasıl bir durumla gelişti diye düşündüğüm zaman, şöyle söyleyeyim; başlangıçta atölye sürecindeki arkadaşlarla daha önce bir tanışıklığımız olduğu için eğlenceli geçebileceğine dair bir fikir vardı zaten. Fakat atölye sürecinde keşfettiğimiz bir şey oldu. O da aslında mesela birbirimizi tanıyormuşuz gibi davrandığımız arkadaşlarla bile birbirimizi tam tanımadığımızın farkına vardık. Ve bu tanımayı ciddi anlamda geliştirdik bu süreç içerisinde. Bir de ilk başta doğaçlama yapmanın riskini düşünerek hareket ettik. Daha doğrusu ben öyle düşündüm. Biraz da acaba nasıl yapabiliriz yani toparlayabilir miyiz? Özgüvenimiz olur mu olmaz mı diye kaygılar vardı ilk zamanlarda. Tabii sonradan, bütün bu süreci yaşadıktan sonra oyundan sonra da değerlendirdiğimiz zaman o kaygıların aslında yersiz olduğunu bütün oyunu çok büyük bir özgüvenle ve eğlenerek geçirmiş olduğumuzun farkına vardık. Tabii bu da bizi bayağı bir mutlu etti. Şimdi atölyeden sonra neler yapılabileceğine dair düşünecek olursak; ben kendim şahsen doğaçlama tiyatro üzerinde çalışmaya ve bu noktada kendimi geliştirmeye kesinlikle devam edeceğim diyebilirim yani. Teşekkür ederim.

Rugeş Kırıcı

RUGEŞ:
Rugeş Kırıcı benim adım. Tiyatrocuyum. Kürtçe tiyatro yapıyorum uzun zamandır. Uzun zamandır tabii tekstlerle yaptığımız bir tiyatro alışkanlığımız vardı. Kırmadığımız kalıplarımız vardı. Yaklaşık bir on günlük atölye sürecine girdik. Tiyatrocu arkadaşlarımızla beraber. Aslında uzun zamandır birlikte tiyatro yaptığımız arkadaşlarımızdı fakat bu atölye süreci hem bizi ee.... tanımlayamadığımız bir uzaklığı kırmaya yaradı. Ben öyle hissediyorum en azından. Aynı zamanda kendi kalıplarımızı kırmaya yaradı. Ve korkularımız varmış. Onu bilmiyordum. Onu öğrendim. Sahneye çıkana kadar, gösteri akşamına kadar bir yandan çıkmak isteme duygusu ama bir yandan da kaygı çok fazlaydı ama çıktıktan sonra aslında korkulacak hiçbir şeyin olmadığını gördüm ve arkadaşlarımızla birlikte belki hiçbir zaman birlikte sahne almadığımız arkadaşlarımızla birlikte, tanımadığımı arkadaşlarımızla birlikte bir şeyi ortaklaştırmanın verdiği bir haz da vardı. Yani onu tanımlamak çok enteresan. Kendim de çok eğlendim, arkadaşlarımız da çok eğlendi. Seyirci de çok eğlendi. Çok güzel bir enerji çıktığını düşünüyorum ortaya. Ve hakikaten ben korkularımızın, kaygılarımızın sadece sanatsal anlamda değil kişisel kaygılarımızın da kırıldığını hissettim. (Gösteri) tabii alışkın olmadığımız bir durumdu. Hani bir kere bizim, az önce de söyledim, kalıplarla yaptığımız bir tiyatro durumu var ve seyirciyle aslında çok temas kurmamışız biz şimdiye kadar. Ama seyirciyle kurduğumuz temasın başka bir enerjiye dönüştüğünü gördük ve aynı zamanda karşılıklı besleyen bir şeye dönüşüyor. Spontan gelişiyor herşey. Hakikaten kişisel olarak beni, ruhen de beynen de besleyen bir şeye dönüştüğünü hissediyorum.


Ayşe Sır

AYŞE :
Ayşe Sır Şehir Tiyatrosu oyuncusuyum. Bu atölye sürecinde farklı beklentilerim vardı ama onları kıran başka şeyler yaşadım. Bu güne kadar doğaçlama derken algıladığımız şeyin aslında çok daha uç noktasından farklı şeyler yaratılabiliyormuş. Bunu gördüm. Bedenimi eğlenerek kullanmayı öğrendim çünkü çok eğlendim bu atölyede. Atölyenin çok katkıları oldu. Sadece mantığın ya da zihnin dışında duygunun bedene yansımasını gördüm. Bu çok güzel bir şeydi. Normal hayatta da zaten çoğunlukla aslında ruhuyla yaşayan insanlar bunu yaparlar. Ne kadar çok hissettiğinizi dışarıya vurursanız o kadar çok doğal olur her şey. O doğallık içerisinde geçen bir atölyeydi ve ben çok mutlu oldum bunu yaşarken.






BİR ŞEHRİ ÖZLEMEK


Yıllardır hayalimdi Kürtçe doğaçlama tiyatro yapıldığını görmek, buna katkıda bulunmak, bir şekilde elimden geldiğince içinde olmak ya da olamasam da birilerinin bunu yaptığını görmek istedim. Yıllar önce İstanbul'un hayhuyunda ufak bir çağrıyla Kürtçe bilen oyuncular bulmuş, kısa süreli çalışmalar yapmıştık ancak sürekli olamamıştı. Büyük dedemin ana dili olmasına rağmen Kürtçe bilmiyorum. Bu bir utanç şüphesiz. Ancak bu utancı taşımakta yalnız olmadığım da bir gerçek. Neyse ki okulda öğretilen İngilizce sayesinde doğaçlama sanatıyla ilgili Türkçede bulunmayan kaynaklara ulaşabildim. Bu bilgileri paylaşmaya çalışmak umarım bu utancımı bir müddet affettirir.

Amed'deki çalışmadan bir yıl önce Batman Tiyatro Festivali'ndeki dört günlük atölyeyle benim için Kürtçe doğaçlama çalışmaları başladı. Çalışmaya katılan genç oyuncular için yeni bir deneyim olmasının yanında benim için de gelecekte bu tip çalışmaları nasıl yürüteceğim konusunda faydalı bir deneyim oldu. Arkasından İstanbul'da Mezopotamya Kültür Merkezi'nin genç oyuncularıyla üç ay boyunca haftada bir çalışma deneyimimiz oldu. Burada olgunlaşan fikirleri Amed'de doğaçlama ekip oluşturacağımız on günlük çalışmada uygulama fırsatını buldum.

Öğretmen öğrenci ilişkisinin ötesinde birlikte deneyimleyerek sürecin özgün bilgisini birlikte oluşturma prensibiyle çalışmaları ilerlettik. Doğaçlamaya hazırlık sürecinde kullanılan oyunlar ve uygulamalar herhangi bir ön açıklama yapılmadan deneyimlendi. Kimi zaman uygulama sonrasında, kimi zaman gün sonunda kısa değerlendirmelerle katılımcıların fikirlerini sordum. Birlikte deneyimlediğimiz oyun ve uygulamaları anlamaya çalıştık.

Röportajda dikkatimi çeken konuları toparlamak istiyorum. Oyuncuların deneyimlerini özetledikleri bu konuşmalar birbirlerini tamamlayarak büyük bir metne evriliyor. En çok dikkatimi çeken konulardan biri dil farkındalığı. Metinli tiyatro ve doğaçlama tiyatronun işleyiş farkından olsa gerek doğaçlama süreç her oyuncunun dil ile ilişkisini gözden geçirmesini sağladı. Yazılı metni ezberleyip sahneye çıkan oyuncunun dil ile ilgili insiyatif kullanmamasının karşısında doğaçlama tiyatroda o dili kullanmanız gerekir. Oyunculardan Kürtçe'de yetersiz olduğunu düşünen ve günlük hayattta kullanmaktan kaçınanlar aslında o kadar zayıf olmadıklarını gördüklerini ve bundan sonra dili kullanmada daha cesur olacaklarını ifade ettiler. Öte yandan aynı oyunda yer almış ve Kürtçesi daha gelişkin olanlarsa eksik oldukları yönleri fark ederek dil konusunda kendilerini daha da geliştirmek istediklerini ifade etmişlerdir. Doğaçlama tiyatroda yakaladıklarını söyledikleri özgür alanın, üzerlerinde sağaltıcı etkilerinin altını çizen oyunculardan da söz etmek mümkün. Öte yandan konvansiyonel tiyatro ve doğaçlama tiyatronun seyirciyle ilişki kurma biçimi üzerinden tiyatronun temel dinamiklerine ve alternatif oluşlara dair sorgulama süreci yaratacak soruları sorduklarını da eklemek faydalı olacaktır. Röportaj bölümlerinde bu saptamalar çoğaltılabilir. Burada hepsini özetlemeye kalkmak yorucu bir ikilemeye neden olacak sanırım. Bundan sonrasında çalışmanın benim için nasıl bir deneyim olduğunu anlamaya ve anlatmaya çalışacağım.

Oyunların hem değerlendirme süreçleri hem de değerlendirmeden önce uygulama esnasındaki gözlemlerim benim için emsali olmayan deneyimlerdi. Bu gözlemleri katılımcı oyuncularla çalışma dışında yaptığım sohbetlerle birleştirmek çok kafa açıcıydı. Neden? Çünkü aynı uygulamaları batı illerinde amatör veya profesyonel oyuncularla deneyimlediğimde süreç farklıydı. İster istemez karşılaştırma yapmak zorunda kalıyordum. Bu farklılıkları sıralayacak olursak; güven, takım çalışması, riske girme, inandırıcılık, sahnede hakikat, geleneksel sanata olan yakınlık ve farkındalık, kısa sürede sorun çözme ve tartışmayı olumlu ilerletme gibi başlıklarda yüksek potansiyel sergilediklerini söyleyebilirim. Bunların nasıl oluyor da daha önce batı illerinde yapmış olduğum çalışmalardan bu kadar farklı olduğunu kendime sorduğumda, yanıtını oyuncuların yaşam deneyimlerinde buldum. Güvenli alanlarda yetişmiş, mümkün olduğunca travmadan uzak tutularak büyütülmüş, anadilini konuşmasının önünde engel olmayan hatta bunun ne demek olduğunu bile bilmeyen, ekonomik olarak yaşamsal sıkıntılar yaşamamış ancak bireysel gelecek kaygılarıyla testlere tabi tutulmuş, en büyük gerçekleri çoktan seçmeli sınavlar ve bireysel kazançlar olan kişilerden oluşan gruplarla yaptığım çalışmalarda bireylerin riske girmekte tutuk ve isteksiz olduklarını, ekip çalışmalarında zorluklarla ve hatalarla karşılaştıklarında ekip içinde suçlu aramaya daha meyilli olduklarını, ikili çalışmalarda güven alış verişi söz konusu olduğunda kontrolü partnerine bırakmada çok zorlandıklarını, bireysel başarı ve rekabet algısının çok güçlü olduğunu, komik olmak ve ilgi çekmek için sahnedeki arkadaşlarını yalnızlaştırma potansiyellerinin çok yüksek olduğunu söyleyebilirim. Bütün bu tespitler İstanbul, Ankara, Eskişehir, İzmit, Antalya, Bursa, Denizli gibi illerde üniversite, festival ya da özel organizasyonlarda yıllar içinde yapmış olduğum atölye deneyimlerini Amed ve Batman'daki çalışmalarla karşılaştırmam sonucundaki kişisel gözlemlerimdir. Buradan bir genelleme çıkarmak değil amacım. Kaldı ki ezberlerini terkederek kendilerini ifade edecekleri özgür alanları yaratmak üzere harekete geçtiğinde bu bireylerin de Gezi Direnişi gibi bir süreci inşa ettiklerine tanık olduk. Ancak ilkokula giderken sokağın başında beyaz bir Toros'tan çıkan maskeli kişilerin bir adamı kurşuna dizmesine tanık olmuş, sokakta saklambaç oynarken başından vurularak yere düşen arkadaşına 'ayağa kalk lan, ölmenin sırası değil, saklambaç oynuyoruz şurada' diyen, Türkçe'yi ilkokul üçüncü sınıfta anca öğrenebilen, Kürtçe konuştuğu için sokak ortasında güvenlik güçlerinden dayak yiyen, cezaevinde işkenceden tanınmaz hale gelen babasını gördükten üç gün sonra o kişinin babası olduğunu öğrenen çocuklar büyüdüklerinde ve travmalarını kahkahalarıyla harmanladıklarında bambaşka insanlar haline geliyorlar. Hele de gençliklerinde Kürtçe Moliere oynadıkları için kostümleriyle sahneden gözaltına alındıklarında travma dediğiniz şey psikoloji literatüründen ayrılıp günlük dilin içinde anlamsızlaşıyor. Peki bu insanların kafayı yemesini ne engelliyor? Birlikte hareket etme, yardımlaşma, dayanışma refleksi, yıkıma karşı tekrar ayakta kalma direnci, yokluk içinde yaratıcı olmak ve basit çözümler bulmak zorunda olmak ve en önemlisi direniş ruhuyla özgür alanlar yaratma azmi. Bu yaşam deneyimlerinin doğaçlama çalışmalara yansımasını açıkça gözlemlemek mümkün. Altını çizmek istediğim şey; mesele milliyet meselesi, Türklük Kürtlük değil. Ülkemizin farklı yerlerinde birbirinden taban tabana zıt yaşam koşulları mevcut. Bu durum da insanların olaylara, olgulara farklı tepkiler geliştirmesine neden oluyor. İstanbul'da 1999 depreminde tanık olduğum insan davranışları alışkın olduğumuz normların dışındaydı. Hızlı karar alma, dayanışma gibi konularda günlük ezberlerimizin dışına çımıştık. Aynı durumu Gezi sürecinde de gözlemlediğimi söylemeliyim. Aslında şunu sormamız gerekiyor belki de; “Hergün deprem koşullarında yaşasak ya da hergün Gezi'deki gibi bir şiddete maruz kalsak hangi ezberlerimizle hareket ederiz?”

Yaşam becerilerinin yanında yaşayan bir geleneksel kültürün varlığı Kürt gençlerinin gördüğü ama fazla da farkında olmadıkları bir hazine. Üzerlerinde durdukları hazine tiyatro okulunda bize tarih kitaplarında anlatılan formların yaşayan örnekleriyle dolu. Örneğin Dengbej geleneği hala canlı ve kuvvetli ki Dengbej formundan adapte ettiğim ve uyguladığımız doğaçlama performans, gösterinin tepe noktalarından biriydi. Doksanlarda çocukluğunu yaşamış gençler köylerinde tiyatronun kökeni bolluk törenlerinin sürdüğünden ve bunları deneyimlediklerinden bahsedebiliyorlar ki bu benim için altın değerinde. Savaş bitse de gidip görebilsek hep beraber.

Amed'de yapmış olduğumuz çalışmadan sonra ufak bir yol haritası belirlemeye çalıştık. Gösterileri mümkün olduğunca haberleşerek takip etmeye çalıştım. Günahıyla sevabıyla gelişerek devam ediyor olması beni çok mutlu ediyor. Yazıyı yazarken içinde bulunduğumuz bu korkunç ortam bizi nerelere sürükleyecek bilmiyorum. Yeni sezonlar için planladığımız eğitim çalışmalarını yapabilecek miyiz bilmiyorum. Bu toprakların daha verimli ve yaşanabilir olması için ezberleri bir kenara bırakarak barışın diliyle oyunumuzu oynamamız gerekiyor. Savaştan yorulmuş ve erken büyümüş Kürt gençlerinin barış dili herkes için büyük fırsat. Onları dinledim de oradan biliyorum. Eğer hepimiz onlara kulak vermeyi başarabilirsek hem yaşam, hem sanat için ne kadar büyük bir fırsata sahip olduğumuzu görebiliriz. Yeter ki balkonda oynarken vurularak ölmesinler.


Koray Tarhan
İstanbul

Ağustos-2015



Çalışma ile ilgili basında çıkan yazılara linklerden ulaşabilirsiniz:

http://www.radikal.com.tr/diyarbakir_haber/kurtce_dogaclama_tiyatro-1307592

http://diyarbakir.bel.tr/tr/haberler/item/270-tiyatrolar-gunu-kurtce-dogaclamayla-kutlandi.html

http://www.milliyet.com.tr/kurtce-dogaclama-izleyici-sinavini-gecti-diyarbakir-yerelhaber-666790/

http://www.bestanuce1.com/177854/demokratik-bir-sahne-seyir-iliskisi-olarak-tiyatro-sporu

http://haberrating.net/haber/kurtce-dogaclama-tiyatro-155899h.htm

http://www.haber7.com/guncel/haber/1313612-kurtce-dogaclama-tiyatro



1 yorum:

  1. Tolga'nın (Erdoğan) önerisiyle okudum yazıyı. Ve çok beğendim. Kafamda uçuşan fikirler birden yerlerine oturuverdiler. Ben de maalesef Kürtçeyi büyük bir öz güvenle konuşamayanlardanım. Kitap okuyarak bir tık ileri adım atmış olsam da , okuduğum kitaplar hakkında oturup Kürtçe tartışmayı denemiyorum.
    Bu kaygıyla dil çalışmalarımı ilerletmeye çalışırken birde benim gibi sonradan öğrenmeye çalışan çocukları düşündüm. Böyle bir çalışma bunun önünü açabilir ve büyük katkısı olur. Kim bilir belki Amed 'in alternatif okul öncesi kurumlarında bu tarz atölyeler vardır.
    Ama bizim için olmadığından eminim. :)
    Hem tiyatro atölyesi hem de Kürtçeyi kullanmaktaki bu pasifiliği atmak adına bizim için de neden olmasın? Yeniden buralara gelseniz ve bu defa oyuncular için değil de bizim için yapsanız ne güzel olur.
    Dileyerek ve yazınızın bende oluşturduğu farkındalık için teşekkür ederek sevgilerimi yolluyorum.;)

    YanıtlaSil