Öngördüğümüz doğrulara gereğinden fazla
güvenerek karşılaştığımız olguların etkisine kendimizi kapattığımızda ya büyük
bir reddediş gösteriyoruz ya da kararsızlıkla ne yapacağımızı şaşırıyoruz. Bu
kararsızlık da başka büyük yıkımlara neden olabilmekte. Öngördüğümüz doğruları her daim
eylemlerimizde bilincimizle kontrol altına almaya çalışmak yaratıcılığımızı
kilit altına alıyor. Bunu aşmanın
en temel yollarında biri Rollo May’in Yaratma Cesareti isimli kitabında
belirttiği gibi doğruların seçimini bedenimize bırakmaktır. Buna kalp de diyebiliriz ya da yürek.
Akılda tartıp biçip, eyleme geçmek; sosyal
sınırları, kuralları, örfleri, adetleri, ötekinin bizim için ifade ettiği
anlamları, politik ortamı, ekonomik ilişkileri ve daha birçok kısıtlayıcı ve
sınırlayıcı etmeni analiz etmemizi ve ona göre bir starateji kurmamızı
gerektirir. Bu durumda güvenli
kalabilmenin yolu kısıtlayıcı ve sınırlayıcı unsurların iktidarını peşin olarak
kabul etmeyi gerektirir. Bu
durumda maaşımıza zam veya terfi almayı, yükselen bir politik kariyere sahip
olmayı, iktidar tarafından pışpışlanmayı ve paye kazanmayı ve benzeri
‘avantajları’ elde etmeyi umabiliriz.
Eğer gerçekten göze girebilirsek ‘başarıyı’ yakalayabiliriz. Bu başarının tehlikesi hakim olanın
cezbedici iktidarını devralarak dar cürümünde fırtınalar estiren tıknaz bir
çavuşa dönüşmemizdir. Belirlenmiş
görevleri zamanında yerine getrimekle vakit emekliliğe kadar geçer. İmkanlar dahilinde astlarımıza karşı
sergileyeceğimiz ceberrut tavır ancak aslında kim olduğumuzu reddetmekle veya
kasıtlı olarak unutmakla mümkün olabilir.
Bunu yaparken karşımızdakini dinlemek ve katkıda bulunmak yerine
ağzından dökülenlerin aklımızdan geçirdiklerimize oturduğu ölçüde doğru olduğu
kabulünü gerektirir.
‘Tek doğru var o da benim ki’. Buna
uymayan herşey yanlıştır. Neden? Çünkü an başta kendimiz riske
girerek kuralların ötesine geçme cesareti gösteremedik. Hakim olan, iktidar sahibi her anlayış
kendi neferlerini yetiştirecek sınırları yaratmakla kendini var etmeye
başlar.
Yeni bir şeylerin yaratılabilmesi için
sınırlar esnemeli, bireyler arasında görüşler, sesler, görüntüler, bedenler ve
zihinler arasında armoni yaratmaya dönük bir algı zinciri
oluşturulabilmelidir.
Yaratmak cesaret ister: kendimizin gerçekten kim ve ne
olduğunu, ne hissettiğini ifade edecek kadar cesaret. Ötekiyi dinlemeyi ve anlamayı sağlayacak kadar cesaret. Berbat hatalar yapacak kadar,
yargılanmaktan, eleştirilmekten, herşeyi berbat etmekten korkmayacak bir
cesaret. Kararsızlığımızdan
sıyrılıp bedenimizin karar almasına izin verecek cesaretten bahsediyorum. Bisiklet sürerken her pedal
çevirdiğimizde ‘nasıl oluyor da ilerliyorum’ sorusunu sormadan bizi dengede
tutan bedenden bahsediyorum.
Metrelerce uzaktan net bir kararlılıkla şut çeken futbol oyuncusunun
aldığı karardan bahsediyorum. Bir
vuruşta ortadan ikiye ayrılabilecek kayadan Davut heykelini çıkartan çekiç ve
keskiye armoni kazandıran bedenden bahsediyorum. Zihin anatomiyi çözmekle uğraştıktan sonra, nihayetinde çekiç
görevi alır. Ondan sonra ortalık
bir süre toz duman olur. ortaya
çıkan eser bu sefer de zamanın akışında sanatçısını da aşarak tüm insanlıkla
iletişime geçer. Bu noktadan sonra
kimi hırsız yaftası yiyerek Berlin’in ortasına Bergama müzesi kondurur, kimi
Hasankeyf’te tarihi baraja boğdurur.
Karşılaştığımız şey her ne olursa olsun: ister bize yabancı bir sanatsal
form ister bizden aşağı gördüğümüz bir ırk ya da din, mezhep mensubu ya da
kendi değerler sistemimizde karşılığı olmayan herhangi bir şey, anlamak için
gerekli olan duyularımızı çalıştırmadığımızda kendi mükemmel zindanlarımızda
şükreder hale geliyoruz.
Şükürler olsun tinerci
değilim
Bana verilen kataloğa uyan herşey, herkes
makul ve makbuldür, uymayanlar ‘ucube’.
Öyleyse dozerimin kepçesini ya da biberimin gazını tadacaksın. Aynen kötü bir doğaçlamada olduğu gibi;
oyuncu girer bir sahne yaratır.
Diğer oyuncu girer ve bağıra çağıra sahneyi kuran ilk oyuncuyu döver ya
da öldürür. Perde ve hüsran.
Oysa sözlükten çıkarılası ‘ucube’ kelimesini
kullanmamanın yolu ötekileştirdiğini anlamak için dinlemek ve algıladıklarını
değerlendirip armoni yaratacak yaratıcı hamleyle süreci
zenginleştirmektir. Ama sahne
sadece sana kalsın istiyorsan hayali silahlarını kuşanabilir ve aynı sahneyi
seninle paylaşmak isteyenlere hadlerini bildirirsin. Ancak birgün gelir alkış beklerken sahneden tepe taklak
düşersin. Ya da zaten düşmektesin.
Koray Tarhan 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder