11 Haziran 2020 Perşembe

HER BİR SÖZCÜĞÜ OKUYUN (GEORGE FLOYD'UN ARDINDAN GELEN DALGA)

25 Mayıs 2020 tarihinde Minneapolis'te polisin orantısız güç kullanarak öldürdüğü George Floyd'un ardından Amerika'nın tümüne yayılan protestolar tüm dünyayı etkisi altına aldı, almakta.  Amerika'daki ırkçılığa karşı öfkenin ateşini yaktığı protestolar, gitgide ekonomik adaletsizliğe dikkat çeker bir hale gelirken yüzyıllardır insanlara tepeden bakan köle tacirlerinin heykellerinin alaşağı edildiği bir noktaya geldi.  Siyahların, Hispaniklerin, Amerikan Yerlilerinin, LGBT bireyler, beyazlar kısaca ezilen ve hor görülen tüm insanların katılımıyla devam eden protestolar dünyanın çeşitli noktalarında devam ediyor.  İnternette büyük ilgiyle takip ediliyor.  




Bu protestolar sürecinde dolaşan bir metin bulacaksınız aşağıda.  Metinde "buna bir yorum eklemeden kopyala yapıştır ve paylaş" ibaresine biz de uyacak ve daha fazla yorum yapmadan sizin de okuyup paylaşmanız için yazıyı terk edeceğiz.  

Bloğumuzda bulabileceğiniz bazı yazıların buradaki metinle ortaklaştığı noktalara dikkat çekmek için birkaç yazımızın linkini buraya bırakıp aradan çekiliyoruz.

2013 yılında Gezi Direnişi üzerine; 

Karl Marx ve Doğaçlama Prensipleri üzerine; 

Birlikte uyumlu bir yaşam deneyimi için Spinoza'nın rehberliği ve doğaçlama üzerine;




HER BİR SÖZCÜĞÜ OKUYUN:

—Eğer bir protestodan canlı yayın yapıyor ve bilgileri kayıt altına almak yerine kendinizi gösteriyor ya da selfi çekiyorsanız: bir katılımcı değilsiniz. Siz yalnızca turistsiniz.

—Yüzünüzü kapatın. Saçlarınızı kapatın. Dövmelerinizi kapatın. Koronavirüs kapabilecek hiçbir yüzeyi açıkta bırakmayın.



—Kimliğinizi koruyun. Yüzünüzü gizleyin. İnternette barışçıl bir protestoya katıldığınız için sizi tanımlayıp izinizi sürmek isteyecek saldırganlar var. Paranoya yapmak ister misiniz? Kimliği tespit edilmiş Ferguson protestocularının yıllar sonraki gizemli ölümlerini açıp okuyabilirsiniz. Eğer ayrıcalıklı çoğunluktan biriyseniz, dünyada sizi sırf var olduğunuz için avlayarak size zarar vermek isteyen şiddete meyilli insanlar olduğunu ilk kez fark edebilirsiniz. Beyaz olmayan insanların nasıl hissettiklerini bir düşünün.

—Telefonunuz bir faraday kafesinde değilse ya da bataryasını çıkarmadıysanız, izinizi sürebilirler. Evet, uçak modundayken bile.



—Telefonunuzdan aktarılan tüm bilgilerin protestoda polis tarafından ele geçirildiğini düşünün. Canlı yayınınız dâhil. Oakland bir zamanlar ABD’deki en büyük Stingray cihazı (baz istasyonlarını taklit eden cihazlar) envanterine sahipti. Bu cihazları Wall Street’i İşgal Et protestolarında kapsamlı olarak kullandılar.

—Dostane bir hatırlatma: Plaka numaranız arabayla gittiğiniz çoğu yerde taratılıp takip edilir.

—Telefonunuzdaki parmak izi ya da yüz tarama kilidini devre dışı bırakın. Teorik olarak telefonunuzu aramak için bir arama izni gerekse de, teorik olarak polisin silahsız ve şiddete başvurmayan bir vatandaşı öldürmesi de yasa dışıdır. Altı ve üstü rakamlı bir kilit kodu kullanın.

—Bilgilerinizi buluta yedekleyin. Protestolarda birçok şey kırılır.



—Göz yaşartıcı gaz ya da biber gazı nötrleştirici spreylerinizi ulu orta göstermeyin. Hedef haline gelebilirsiniz. Spreyinizi gizli bir yerde ve kullanıma hazır halde tutun.

—Protestoya Hawaii gömlekleriyle gelen herkesi kayıt altına alın. Sivil polis olmasından şüphelendiğiniz herkesi kayıt altına alın. Provokatörleri kayıt altına alın. Yalnızca etrafa zarar vermek için gelmiş saldırganları kayıt altına alın.

—Eğer bir iPhone’unuz varsa acil durum çağrılarını nasıl kullanacağınızı öğrenin. Acil durum çağrınızı gözaltına alındığınız ya da kaçırıldığınızı ailenize haber verecek şekilde ayarlayabilirsiniz (eğer bu özelliği aktive etmek sizin için güvenliyse). Ayrıca acil durum çağrısı olarak 911’i arama özelliğini de kapatabilirsiniz. Bu özelliği açmak ayrıca şifreli kilit açma sistemi dışında herhangi bir şeyi devre dışı bırakır. Eğer telefonunuz şifreliyse, birinin yasa dışı olarak telefonunuzu açmasını oldukça zorlaştırır.



—Vücudunuzda hem görünmeyecek, hem de terden silinmeyecek bir yerine keçeli kalemle acil durumda aranacak bir numara yazın. Ya da numarayı ezberleyin. Gözaltına alınırsanız (yanlışlıkla ya da haklı olarak) cep telefonunuzu kullanamazsınız.

—Dikkatli olun, herhangi bir saldırgan, barışçıl bir protestoyu şiddete başvurmak için bir bahane olarak kullanabilir. Fırın eldivenleri Nomex uçuş eldivenleri bir göz yaşı bombasını kendinizden uzaklaştırmanız gerektiğinde yerdeki sıcak nesneleri almak için kullanılabilir.

—Genellikle cep tipi olmayan güçlü lazerler kameraların sensörlerini bozabilir. Protestodayken kameralarınıza dikkat edin.

—Eğer koruyucu gözlüklerinin havalandırma delikleri varsa, göz yaşı bombası ve gaz bombalarına karşı dikkat edin.


—Dikkatli olun, herhangi bir saldırgan, barışçıl bir protestoyu şiddete başvurmak için bir bahane olarak kullanabilir. Bir alyan anahtarı seti, kalabalık kontrol bariyerlerinin kilidini açabilir.

—Neonazilerin geçmişteki barışçıl protestolara arabalarla daldıklarını hatırlayın. Tüm o lyft/lime/uber bisikletleri ve scooterlar nihayet bir işe yarayabilir. Araçlarınızı protestoya getirin ve gerekli olduğunda arabaların protestocuların arasına girmesini ya da insanları kovalamasını önlemek için onları bir barikat olarak kullanın.

—Şemsiyeler saldırganların normalde barışçıl olması gereken bir protestoda size bir şeyler atmasını önlemekte yararlı olabilir.


—Eğer beyaz bir katılımcıysanız: dinleyin. Protestolar sizin hakkınızdaymış gibi davranmayın. Naziler bunu zaten yapıyor.

—Dikkatli olun, herhangi bir saldırgan, barışçıl bir protestoyu şiddete başvurmak için bir bahane olarak kullanabilir. Bir isyana dönüştürdükleri herhangi bir protestonun, bir insanın cezasız kalacak şekilde öldürülmesi veya kaçırılması için mükemmel yerler olduğu, beyaz üstünlüğünü savunan birçok grubu organizasyon komitesinde dile getirildi. Kablo bağlarından nasıl kurtulacağınızı öğrenin. Yanınızda onları kesebileceğiniz küçük makaslar getirin.

—Eğer gözaltına alınırsanız kim olduğunuzu söyleyin. Kimliğiniz yanınızda olsun. Memurlara barışçıl olduğunuzu ve tutuklanmaya karşı koymadığınızı göstermek için elinizden geleni yapın. Yanınızda bir avukat yoksa, bir telefon görüşmesi talep etmek dışında, bunlardan başka herhangi bir şey söylemekten kaçının. Telefon görüşmeniz de dâhil olmak üzere, söylediğiniz her şeyin kayıt altına alındığını ve size karşı kullanılabileceğini unutmayın. Masum insanlar da hapse girebilir.



—Dikkatli olun, herhangi bir saldırgan, barışçıl bir protestoyu şiddete başvurmak için bir bahane olarak kullanabilir. Plastik mermi ya da kum torbasıyla vurulabileceğinizi varsayın. Huzurla protesto edebilmek için koruyucu eşyalar giyin. Bir memur tarafından yanlışlıkla şiddet yanlısı/yasa dışı bir protestocu olarak tanımlanırsanız kemiklerinizi kırabilecek güçte cop darbeleri yiyebileceğinizi de unutmayın. Protestolar hızla kaosa dönüşebilir ve genellikle barışçıl protestolara karşılık veren yetkililer, insanların yaralanmasını önemsemez. Bir protestoda yüzüne biber gazı sıkılan 12 yaşındaki çocuğun fotoğrafını unutmayın.

—Burada karmaşık etmenlerin rol oynadığını unutmayın. Protestodaki herkes aynı amacı gütmüyor. Bazıları barışçıl değil. ABD Başsavcısı dün dışarıdan gelen provokatörlerin barışçıl protestocuların arasına girerek Siyah Yaşamlar Önemlidir/George Floyd/Polis Şiddeti ile dayanışma içinde protesto edilen konularla ilgisi olmayan farklı emellerine hız kazandırmak istediğini söyledi. Minneapolis Valisi, bazı* şiddet yanlısı protestocuların eyalet dışında geldiğini ve bazılarının beyaz üstünlüğü yanlısı gruplarla ilişkisi olduğunu belirtti. Tüm protestocular çapulcu değildir. Tüm çapulcular bir şeyleri protesto etmez.



—Eğer ayrıcalıklı olduğunu kabul eden ve bunu protestocuları korumak için kullanmak isteyen bir beyaz katılımcıysanız protestonun ön saflarına geçin. Eğer kimliğinizin bilinmesini kabul ederseniz ve barışçıl bir insan kalkanı olabilecekseniz, öyle yapın. Yalnızca, ilgiyi üzerinize çekmeye çalışmayın. Beyaz olmayan insanların konuşmasına izin verin. Megafonlarınız ve mikrofonlarınızı bir başkasına bırakın ve o kişiyi koruyun.

—Eğer rahat evinde oturan bir beyaz katılımcıysanız, sizinle aynı fikirde olmayan herkesi silmeyi bırakın. Bu olayın nefret dolu bir şeye dönüşmesine yardımcı olan ayrımcı algoritmayı beslemeyi bırakın. Şu anda enerjinizi insanlarla konuşmaya harcayabilirsiniz ve “tüm yaşamların önemli” olduğunu anlamalarına yardımcı olmak onlarla Siyah Yaşamlar Önemlidir hakkında konuşmaktan kaçınmanın bir yolu olabilir. Hırçın davranmayın. Dinleyin. Sorular sorun. Konuşun. Beyaz olmayan arkadaşlarınız tüm zamanlarını insanlara laf anlatmak için harcamak zorunda değil—beyaz katılımcılar olarak bizim en önemli görevimiz diğer beyaz toplulukların anlaması ve gelişmesine yardımcı olmaktır.

—Evet, tüm yaşamlar önemlidir. Sorun şu ki bazılarına daha az önemliymiş gibi davranılıyor. Ayrıca ABD’de polis şiddetinden orantısız bir şekilde etkileniyorlar. “Siyah Yaşamlar Önemlidir” sloganına karşılık olarak “Tüm Yaşamlar Önemlidir” olarak bağırdığınızda, yalnızca orantısız muamele ve eşit olmayan haklar konusunda seslerini yükseltmeye çalışan insanları susturursunuz. Eğer polislerin kaç beyaz ve kaç siyah yaşam aldığı hakkında, ölümlerin nüfus sayısına olan oranını dikkate bile almayan asılsız bilgiyi paylaşıyorsanız istatistiklerden haberiniz yok ve hatta en kötü ihtimalle insanları kasten manipüle ediyorsunuz demektir. Gerçekten tüm yaşamların eşit muamele gördüğünü düşünüyor musunuz?

—Bu olay, sessizlik yüzünden büyüdü. Renk körlüğü yüzünden büyüdü. Bunu görmezden gelebilmek bir ayrıcalıktır. Statüko çoktan yıkıldı. Irkçılık ise hâlâ sağ selamet. Sessizlik şiddettir.



—Politik görüşünüz sizin bir ırkçı olduğunuzu kanıtlamak konusunda önemsizdir. Özel yaşamınızda beyaz olmayan kişiler tanıyor olmanız hiçbir şeyi kanıtlamaz. Duruma uygun düşen bir Martin Luther King alıntısı yapmanız önemsizdir. Yalnızca aktif bir şekilde ırkçılık-karşıtı olmanız önemlidir.

—İnsan yaşamları her zaman mülkten daha değerli olacak. Konuyu değiştirmeyi kesin. Yeniden inşa etmenin de zamanı gelecek.

—Barışçıl olarak başlayan bir protestodaki şiddet eylemleri protestonun konusunu geçersiz kılmaz. Şiddete odaklanmak yalnızca protestonun anlamını görmezden gelmenin bir yoludur. Konuyu değiştirmeyi kesin.


Eğer bunu paylaşmak istiyorsanız kendi yorumunuzu katmadan kopyalayıp yapıştırın. Bu yalnızca tek bir insanla ilgili değil. George Floyd’la bile ilgili değil. Bu, George Floyd’un en son halkasını oluşturduğu bir zincir. Tıpkı Alton Sterling gibi. Tıpkı Sandra Bland gibi. Tıpkı Michael Brown gibi. Tıpkı Freddie Gray gibi. Liste afallatıcı ölçüde uzun. Ve listedeki isimlerin her biri, bugün hâlâ bizimle olabilirdi.

Çeviri: Gökçe Çiçek

4 Mart 2020 Çarşamba

KAYBETMEYİ ÖĞREN VAKİT VARKEN

Doğaçlama tiyatro performansında sahnelerin tıkanmasına neden olan en temel nedenlerden biri oyuncuların canlandırdıkları karakterlerin içinde bulundukları tartışmaların bitmemesidir. Tartışma bitmeyince şiddet yükselir ve sonrası bağırış çağırış, tonla tatsızlık. Sahne göz göre göre batar; ilişki evrilmez, yeni bilgi alamayız, duygular açığa çıkıp karakterlerin görünmeyen yüzlerine ışık düşmez ve her şey başladığı gibi biter. Belki bu çirkefleşmeye giden diyaloğun içindeki küfür ve hakaret ihtimalinin seyirciyi güldürme olasılığını sevebilirsiniz ama o zaman da seyirci bir sokak kavgasının dikizcisi konumundan öteye geçemez.

Holly Mandel & Koray Tarhan GII London Symposium Maestro Show 2019


O halde ne yapmalı?

Kaybetmeli. Vakit varken. Çünkü doğaçlama sahnesinde galiptir, hikaye yaratma yolunda mağlup olan. Hem mağlup olup hem nasıl galip olacağız? Mağlup olan yarattığımız karakter olacak. Yarattığımız karakter mağlup olduğunda, tartışmayı kaybettiğinde oyuncunun önünde sonsuz fırsatlar çıkacaktır. Bir hikayenin kahramanı özür dileyip, davranışlarının nedenlerini açıklamaya başladığında o kahramanı canlandıran oyuncu hikaye yaratma şansını yakalayacak. Alın size doğaçlama içinde tirat atma şansı. Başlayın Tennessee Williams’ın Sırça Hayvan Koleksiyonu oyunundaki Tom’u gibi; “Sen benim ne yapmaya çalıştığımı sanıyorsun? ” diye. Tartışma ille de zıt giderek olmaz, ortak yaşanan gerçeklere karşı farklı bakış açılarını ortaya dökerek dramatik çatışma fırsatını yakalamak için de kullanılabilir. Karakter diğer karakterle hemfikir olmak zorunda değildir. Ancak o karakterleri canlandıran oyuncuların birlikte oyun oynayarak hikayeyi yoktan var etmeye çalıştıkları bir zemin üzerinde birlikte hareket ettiklerini unutmamaları gerekir.

Peter Brook’tan ilhamla tiyatroya dair basit matematiksel bir tanım ortaya koyacak olursak şöyle söyleyebiliriz; “Bir A kişisi kendisi olmayan bir B kişisini canlandırır, bir C kişisi de onu seyreder”. Buradan yola çıkacak olursak şunu söyleyebiliriz; biz doğaçlayarak canlandırdığımız kişi değiliz. Sadece doğaçlamada da değil, metinli tiyatroda da oyuncu olarak canlandırdığımız kişi değiliz. Doğaçlamaya dönecek olursak, sahnede doğaçlama esnasında tartışan ve kazanmaya çalışan kişi biz değiliz, oynadığımız karakter. Dolayısıyla hayatta taşıdığımız kazanma arzusunu oyunda karakterimizi canlandırırken bırakmayı başarabilirsek hikayeyi evriltecek manevraları yaparak oynadığımız hikayeyi dolu ve izlemeye değer hale getirme fırsatını yakalamaya yaklaşabiliriz.

Kısaca bir anahtar çıkartacak olursak buradan; sahnede ilerlemeyen durumlar içinde kaldığımızda tartışmayı kaybederek bu tıkanıklığı açabiliriz. O zaman anlatacak şeylerimiz olacak ve hem karşımızdaki karakter hem de seyirci oynadığımız karakter ve durumla ilgili bilgiye kavuşmuş olacak.

Doğaçlamada bitimsiz tartışmalar esnasında oyuncular genellikle karşılaştıkları diğer karakterler üzerinden konuşmak eğiliminde olur. Oysa karakter kendisi hakkında konuştuğunda ya da karşısındakinin eylemlerinin kendisi üzerindeki etkilerinden bahsetme cesaretini gösterdiğinde karakter olmaya yaklaşır. O zaman karakteri tanımaya başlarız. “Ama sen de şöyle böyle” diye konuştuğumuzda hem karşımızdaki oyuncunun karakterini gereksiz yere domine etmiş oluyoruz hem de kendimiz hakkında bilgi vermemiş oluyoruz. Hamlet bile “şu kaskatı beden erise dağılsa bir çiğ tanesinde sabahın” diyerek kendisine veryansın ediyor. Karşımızdaki oyuncuya ve karaktere yardım etmenin en temel yollarından biri kendi karakterimizi inşa etmekten geçiyor. Kendi karakterimizin rengi belli olmadan sağa sola saldırdığımızda ortaya sadece şiddet çıkıyor.

Tartışmayı sonuçsuz sürdürmektense yeni bir basamağa evriltmenin yolu o tartışmayı kaybetmeye gönüllü olmaktan geçiyor. Tartışmayı belki de bir müzakereye evriltmek de diyebiliriz buna.

Bunu sevgilinizle de deneyebilirsiniz.

Koray Tarhan
Ocak-2020

26 Şubat 2020 Çarşamba

DOĞAÇLAMADA RUTİN VE REAKSİYON

Doğaçlama yapmak üzere sahneye çıktığımız ilk zamanlarda genelde bir zihin yarılması yaşıyoruz. Bir yandan sahnede oynamaya çalışırken öte yandan biraz sonra ne yapmamız ya da ne söylememiz gerektiğini düşünürken aslında zihin ve beden bütünlüğümüzü kaybediyoruz. Bir yandan doğaçlama içinde oynayan “kendimiz”, öte yandan tasarlayan ve bir sonraki hamleyi belirlemeye çalışan “kendimiz”den oluşan kalabalığın ortasında yapayalnız hissediyoruz. Buna bir de alkış ya da kahkaha beklentisindeki kaygılı “kendimizi” eklersek ortalık ana baba gününe dönüyor. O halde ne yapmalı?



Keith Johnstone’u dinlersek öncelikle rahat olmalı, iyi olduğumuza inanmalıyız. Biz inanırsak, kendimiz de rahatlarız, seyreden de rahatlar. Seyirci stresli insan görmektense, gönül rahatlığıyla çuvallayan insanı seyretmeyi yeğ tutar. Çünkü yenilgisini dert etmeyen başarıya daha yakındır. Son dakikada dönen çok spor karşılaşması olduğunu unutmamak işe yarayabilir. Tüm oyun boyunca tam konsantrasyonla, beden ve zihin bütünlüğüyle var olmaya yaklaştığımız sürece herşey yolundadır.


Peki biraz sonra ne yapacağımıza dair düşüncelerden nasıl kurtulabiliriz? Bir yönelim doğrultusunda ya da serbest bir sahne doğaçlarken, doğaçlamamızı hikayeye nasıl evriltebiliriz? Bir sahneye başladıktan sonra biraz sonra neler olacağını nasıl belirleyebiliriz? Yine Keith Johnstone’u dinleyecek olursak, bize orijinal fikir bulmaya çalışmaktan vaz geçmemizi söyleyecektir. Ortalama en iyisidir, aklınızdaki cin fikri bir kenara bırakın.


Ortalamayı tutturmak nasıl mümkün olacak? Cevaplardan biri “Rutinle” olabilir. Bir çok olay, peşi sıra başka bildiğimiz olayları getirir. Bunların farkında olarak sahneleri ilerlettiğimizde hikayenin omurgası konusunda endişelerimiz azalabilir. Bunun için sahneyi insan ilişkileri açısından tanımlanabilir halde yaratmak önemlidir. Yani oynadığımız kısa sahnenin başka kısa sahnelerle birleşebilmesi için bir kimliğe sahip olması gerekir. Bu anlatıldığı kadar karmaşık değil aslında. Sahnemizin konusu ne? Buna cevap verebildikten sonra bir sonraki sahne ihtimali kendisini sezdirmeye başlayacaktır. Sahnenin konusunun netleşebilmesi için şu sorulara yanıt alabilmemiz işleri kolaylaştıracaktır; bu insanlar kim, neredeler ve ne yapıyorlar? Bunlar açık olduğunda genelde sahnenin konusu da billurlaşır.



Peki böyle bir sahne oynadık ve bunu uzun bir hikayenin ilk parçası yapmak istiyoruz. Ne yapmalıyız? Burada “rutin” kelimesini açmak faydalı olacak. Rutinden kastımızı bir iki örnekle açıklamaya çalışalım. Yüzlerce film ve dizi bölümü çekilen polisiyelerin şaşmayan olaylar silsilesine bakacak olursak ne söyleyebiliriz? İlk sahnede bir ceset bulunur, daha sonra olay yeri inceleme gelir, deliller toplanır, şüpheliler sorguya çekilir, en sonunda suçlu bulunur, hikaye kapanır. Bazen bu süreç yargılama süreci gibi doğallığında gelişecek başka olaylarla da uzayabilir. Yani bir ceset varsa hikayede, devamında ne olacağını ceset söyler. Ya da daha başka bir hikaye olasılığını ele alalım; bir evlenme teklifi olsun bu sefer. Elimizde bir evlenme teklifi sahnesi varsa bu sahne de kendi devamında olacaklara dair bir dizge dayatır. Tekliften sonra karakterlerin yapısına göre evlilik hazırlıkları başlar. Daha ortalamadan alalım, evlilik teklifi sonrası isteme, kına, nişan, ev alışverişi, düğün hazırlığı, davetiyeler, nikah, düğün, balayı vb.

Hayatta yaşadığımız rutinler bir nevi hayatımızın algoritmaları gibi işler. Sabah kalk, kahvaltı, yol, iş, mola, iş, ev, tv, uyku. Ya da başkaca rutinler hayatımızı biz fark etmeden yönetirler. Oyuncu olarak bu rutinlerin farkında olduğumuz zaman sahnede bir sahne oynadığımızda onun devamında ne yapmamız gerektiğine dair çok az soru kalacaktır. Bu algoritmik düzende hikayenin sonrasını belirleyen şey karakterimiz aracılığıyla verdiğimiz reaksiyonlar olur.



Peki bu rutinleri sahnede peş peşe dizerken hikayemizin ilgi çekiciliği ve “özgünlüğünü” nasıl sağlayacağız? Duyguyla ve reaksiyonla. Hikayeyi özgünleştiren şey algoritmik ilerleyen olaylar dizisi içinde karakterlerin belli nedenlere dayanarak verdikleri tepkiler olacaktır. Cesetten katile giden süreçte “polisler kim, şüpheliler kim, cinayet sebebi ne, teşkilat çürümüş mü, polis idealist mi, politik bağlantı var mı, sorgulamayı yapan katil mi” gibi sorulacak ve cevaplanacak yüzlerce soru bulunabilir. Bu süreç içinde doğaçladığınız karakteriniz bir takım nedenlerle duygusal reaksiyonlar verir, bu reaksiyonların karşılıklı ilerlemesiyle ilgi çekici bir hikaye yaratımına yaklaşabiliriz. Yani artık biraz sonra ne olacağıyla değil nasıl olacağıyla ilgilenmemiz gerekmektedir. Nasıl olacağını belirleyen şey de anlık tepkilerin peş peşe sıralanmasıyla gerçekleşir. Bir de bakmışsınız karakteriniz sizin hiç tahmin edemeyeceğiniz yerlere gelmiş. Kendimizi de şaşırtabildiğimizde saf doğaçlamaya yaklaşabiliyoruz. Yazarların romanlarını yazarken kimi karakterlerin kendilerine rağmen bir şeyler yaptığını anlatmasına benzer bir durum yaşamak diye buna derim işte.



Neden sonuç ilişkisi içinde her sahne bir öncekinin sonucu bir sonrakinin nedeni olmak durumundadır. Bu nedenleri belirleyen şey de karakterlerin bakış açılarıdır. Bakış açılarının karşı karşıya gelmesi de çatışma yaratmak için anahtar olarak kullanılabilir. Evlilik teklifi düğünle sonuçlanmayabilir, kadın belki hazırlık sürecinde erkeğin nasıl bir hödük olduğunu fark edip nişan atacaktır. Belki de akrabalar, pastalar, davetiyeler, gelin arabaları arasında bir aşkın nasıl da eridiğini oynayacaksınızdır. Ya da cinayeti işleyen nüfuzlu bir adamdır da teşkilat da çürümüştür ve suçlular aklanıp voltalarını alacaktır. Bazı ülkelerde o ülkelerin dış borcu kadar paralar yolsuzluklarla iç edilir, kanıtlar ortaya tabak gibi saçılır ama medya, adalet, emniyet sistemi çürümüş olabilir ve tek adam diktası emrindeki suçlular terfi ederek hayatlarına devam edebilir. Evet akıl dışı gibi görünüyor ama hayalgücümüzü biraz serbest bırakırsak ne kadar destekli saçmalayabileceğimizi tahmin bile edemezsiniz. Tabii bu tip ülkelerde insanların neden sonuç bağlantısı kurma yetileri körelmek eğiliminde olabileceğinden sahnedeki doğaçlamalar da anlık sinir bozucu espriler ve didişmelerle yaratılmaya çalışılan kaba güldürülere dönüşebilir. Böyle bir şey görürseniz binayı terk edip etmemek size kalmış.


Koray Tarhan Şubat-2020

Fotoğraf: Ersin Şen
Ekip: İstanbulimpro Mürettebat (Yönetmenin Seçimi)

10 Şubat 2020 Pazartesi

IMPROV IN A FORBIDDEN LANGUAGE (KURDISH ACTORS ARE TALKING)


I already shared this story in some organisations; Global Impovisation Initiative Symposium in London, Play, Perform, Learn and Grow Conference in Thessaloniki. Now you can read the summary of Improv In a Forbidden Language here.


I was invited to Diyarbakır to train a group of actors in municipality theater for an improv project, in 2015. It was one of my dreams, one of my goals; starting an improv group in Kurdish language. And it was magical to have a bunch of professional actors who perform in Kurdish for years. We worked for ten days and did a show which was the first Kurdish improv show in Turkey. All the actors and audience were talking Kurdish except me.

Kurdish identity and language had always been problematic in Turkey. I remember my childhood, when talking in Kurdish was forbidden and dangerous, especially in big cities and government buildings. Even Kurdish identity was refused by politicians and some pro-government academics. There were crazy stories about that. Today’s Kurdish youth, spent their childhood in a sort of war. I listened their stories; that they lost their friends shot by bullets of unknown shooters, while they were playing on the street. They witnessed dead bodies on streets, while they were walking on the way to school. Some of them learned Turkish while they were learning reading and writing. Think about that you learn how to write and read in an other language, because their first language was another language which their mothers talk; Kurdish. They grew up and felt in love with theater and started to do theater in Kurdish. Some of them were arrested while they were acting in even Moliere plays. There are many funny and sad stories, think about that, an actor in jail with a costume of a Moliere character.

After 10 days of training and an improv show, I made an interview with participant actors. We created a unique improv show and harvested the wisdom of improv together. Show was in Kurdish but some of the actors were too shy to use their own language in improv. In scripted theater, actors memorize their lines but in improv, actor should take the initiative to create. Some of them used to talk in Kurdish in their childhood but since they started to school they had learn everything in Turkish. As a result they forget to use Kurdish. They understand but haven’t got a courage to use it in daily life.

I would like to share their words;   


  • LANGUAGE AWARENESS:

“I use my own language while I was doing theater but I felt the lack of using it in my daily life. I realised the importance of that. After this workshop I am going to prepare a schedule for myself to read our own stories and novels in Kurdish. I used to read them but it was not enough. Just like to read Turkish books, novels, stories; Kurmanci (a Kurdish dialect) should be a part of my life. If I do this thing it should be in my own language because I feel more self esteem in it. We saw some examples during the show; who can use Kurdish fluently created the flow. Because of that language is so important” Gule Özalp Ulusoy

I can make better sentences. I realised that how I have a grasp of Kurdish language. I managed to express myself on the stage while improvising, despite I believed that I could not use Kurdish properly in my daily life.” Elvan Koçer

Improv encouraged me especially to use my own language. It showed me that I have valuable knowledge of Kurmanci. I used to refuse that I am capable of using Kurdish, I’ve been blinded of myself. Improv detsroyed the assumption of myself about language.” Bora Çelik


...at the beginning I assumed that I can not talk in Kurdish. Most of the time we think in Turkish and try to talk in Kurdish, because of that it was impossible for me. I was tending to not to join some improv games. At the end I saw that I can do it.” Rezan Kaya




  • THEATER FORMS – DIFFERENCES BETWEEN SCRIPTED AND UNSCRIPTED :


Improv gave me a different point of view about theater. I was motivated to go out of the conventional theater’s and actor’s mindset and behaviour. This was so important to create a different kind of communication between the audience and us. (Bora Çelik)


It was the first time that I felt a connection between the audience and us. Eventhough I was aware that they were always there with their apllauses but this time I felt that they are alive and present. I was not neither above nor below them, we were equal. We had a real connection to share.” (Berrin Çelik)


Before that we could not even see the audience. We were at the backstage, busy with our own stuff. But this time it was different; we had a real intimacy with them. Leyla Batgi



  • TEAMWORK :

Improv process builded a new kind of trust between us; both on the stage and off the stage.” Vural Tantekin

It was an awesome experience for me. There was no level differences, both beginner and experienced actors were together. This gained us motion and energy. I was happy with what we did. I earned self esteem again and this is so important for me.” Berrin Çelik


“I learned how to control my ego and to make my brain work in different ways. I experienced that how can a communal practice be valuable, energetic and productive. We have never thought like that before this workshop. We used to try to show off with our egos. But in this workshop; I was always trying to find a possitive way or an idea to support my friends.” Gule Özalp Ulusoy

“ There is no main role, I experienced that on the stage. There is no best, no worst!” Berrin Çelik

  • TRADITION :
Dengbej is a Kurdish storytelling style. There are both storytelling and singing, and even some mise an scenes in the style... our audience is familiar with the style but adapting it into the improv show was was one of the climaxes of the show.” Rüknettin Gül

  • SELF ESTEEM :

“I believe that our actors have better self esteem now.” Rüknettin Gül

  • CREATIVITY :
I write scripts. This experience will help me to think in different ways, create more alternatives, find different point of views.” Vural Tantekin

To be more creative, do the first thing comes on your mind! I learned that.” Elvan Koçer



  • COMMUNICATION :


We can talk about our memorized thoughts and cliches that stuck in our subconsciouse. I believe that this will help with our theatrical practice.” Yavuz Akkuzu

The connection with the audience was transformed into a different kind of energy... Everything was spontaneous. Personally I felt the transformation, both spritually and mentally.” Rugeş Kırıcı


  • BODY AWARENESS :

Actually I recognized myself. Especially when Koray discovered that I was a left handed in my childhood... This was one of the reasons of my confusion. Sometimes I felt insufficent but sometimes I felt totally opposite.” Berrin Çelik

I had a problem; too much control... because I did not trust my friends... then I started to stop my brain and aware of my body and do something with it...” Rezan Kaya

I learned how to use my body with fun... free from logic and mind, I saw the reflection of my feelings on my body.” Ayşe Sır

  • DEMOCRACY :
Improv workshop reminded us the value of equality and democracy.” Leyla Batgi

  • THERAPHY:

“We were doing a forbidden theater. We were doing it in Kurdish, in so called stages at basement floors. There was always an apprehension of raid. Actually they were raiding periodically. In a word, in those times improvisation was a kind of therapy for me. Probably, we were doing self therapy by improvisation in those kind of traumatic days.” Kemal Ulusoy  



3 Şubat 2020 Pazartesi

TİYATRONUN ALGORİTMASI YA DA ALGORİTMA TİYATROSU: DOĞAÇLAMA


Tiyatro teknikleri kutsal olmaktan çok uzaktır. Geçen yıllarla birlikte tiyatro tarzlarında da radikal değişimler gerçekleşir. Tiyatronun kullandığı teknikler iletişimin teknikleridir. İletişimdeki hakikat kullanılan teknikten çok daha önemlidir. Teknikler zamanın ve mekanın ihtiyaçlarına göre değişip dönüşürler.” (Spolin, 1999, s.14)


Üretimin yapısı ve üretim ilişkileri, dolayısıyla iletişim tekniklerinin tarih içinde değişimi sanatın yapısını belirliyor. Tiyatronun belli bir örgütlenme gerektiren kolektif yapısı da üretim ilişkilerinin örgütlenme ve çalışma biçimlerine benzer bir evrim geçirmiş. Bu yazıda topluluklardan toplumlara evrilen insanın, seyirlik sanatları icra biçiminin ve kolektif yapının üretim süreci içinde geçirdiği değişimlerin izlerine bakarak bugünün ve yakın geleceğin seyirlik sanat formlarının yapısına dair biraz spekülasyon yapmaya çalışacağız.

İlk olarak avcı toplayıcı kabilelerin üretim sürecine bakacak olursak insanların karınlarını doyurmak için edindiği besinleri elde etme biçimlerinin günümüz üretim süreçlerine kıyasla daha basit yapıda olduğunu görürüz. Doğanın sunduğu meyve sebzeyi olgunlaştıkları zamanda hazır olarak toplamak ya da yetişme sürecine müdahalede bulunulmamış hayvanları bireysel ya da toplu halde avlamak. Ama yine de insan yarınını güvene almak için sadece avlayıp toplayıp yemek dışında birşeyler yapma ihtiyacı duymuş. Avcı toplayıcı kabileler avın selameti için av ve avcı kılığına girip avdan önce ya da sonra kostümlü ritüeller gerçekleştirmiş. Ritüeller genelde tek bir amaç için, hedefe dönük gerçekleştirilen kutsal edimler. Avcının yemeğini kazanmak için kullandığı alet de aynı ritüeldeki gibi hedefe dönük, doğrusal bir nesne; mızrak ve ya ok, belki de taş. Yapı basit ve somut.



Erken tarım topluluklarına geldiğimizde mızrağın ucunun serpilip toprağa saplanarak, eskiden sadece bir av olan, öküzün arkasına saban olup takıldığını görürüz. Tek amaca dönük av aletlerinin bir gömlek üstü kadar karmaşık ama ortaya çıkması yıllar almış. Bu geçen yıllarda toplumun ve üretim sürecinin örgütlenmesi de değişmiş, dolayısıyla hayatta kalmayı garanti altına almaya yarayan ritüeller de evrim geçirmiş; mevsim dönüşlerinde, hasadın selameti için gerçekleştirilmiş. Bu ritüeller de izleyen izlenen ayrımı yaratmayan performatif süreçler olmasına rağmen tiyatronun temellerini barındırmakta. Yaz ve kış, bolluk ve kıtlık, yaşam ve ölüm arasındaki çatışmalar bu ritüellerin konusunu oluşturmuş. Ritüeller aracılığıyla topluluğun bekası garanti altına alınmaya çalışılmış. Her iki ritüelistik tiyatral süreçleri, dünya üzerinde bu tip yaşam süren insan topluluklarında gözlemlemek hala mümkün. Tarımı yeni yeni bitirilmiş Anadolu’da bile bu ritüellerin izini sürebilmekteyiz. Neyi neden yaptıklarını unutmuş olsalar da insanlar bu ritüellerin gücünü hala hissetmekte ve bu tip pratikleri yılın belli zamanlarında tekrar etmekteler.


Bugünkü tiyatro algımızın başlangıcı sayılabilecek Antik Yunan metinlerinin ise Yunan toplumunun zeytinyağı ve üzümü uzun süre saklayabilecekleri biçimlerde depolamaya ve satmaya başladıkları dönemde yazılıp oynanmakta olduğunu görürüz. Ambarı dolu olanın düşünüp yazmaya vakti olmuş. Ticaretin gelişmesiyle kent devletlerinin ortaya çıkması, bu devletlerin halkı düzen içinde tutma ihtiyacı ibret verici tragedyaların yazılıp oynanmasını getirmiş. Bu oyunlar da yine mevsim dönümlerinde gerçekleşen festivaller aracılığıyla halka sunulmakta ancak hala bugünkü gibi bir profesyonel oyunculuk sanatından bahsedebilmek mümkün olmamaktadır. Tası tarağı toplayıp gezici oyunlar sergileyen Thespis bildiğimiz ilk profesyonel oyuncu. Ancak genel itibariyle tiyatro oyunu yazanlar şair, oynayanlar halktan insanlar. Ritüellerle bağlar hala çok güçlü ve herkes yine bir arada, toplumun bekası için günlük yaşamın gerçekliğinden çıkıp ötelerden haberler alarak duygulanacakları süreçleri birlikte yaşamaktalar. Festivalde Medea’yı yazıp oynatan Euripides de oyunu birinci geldiği için ödül olarak kazandığı keçiyi ipinden tutup eve götürmekte.

Burada yazımızın konusuna girecek olursak, muradımız genel olarak herhangi bir tiyatro tarihi kitabında rastlayabileceğimiz bilgileri sıralamaktansa spekülatif olarak bu tiyatral edimlerin nasıl bir yapı içinde gerçekleştirildiği üzerinde durmak olacağını hatırlatmak isterim.

Avcı toplayıcı toplumlarda ritüeller hayvanlar, bitkiler ve öte dünyalarla iletişim kurma yetisine sahip olan şamanlar tarafından yönetilmekte. Ritüeli gerçekleştirenler ise bizzat o ritüellerin muhatapları kabile üyeleri. Edim kutsal ve sıkı kurallara sahip ve katılımcılar da ortak amaç için üzerlerine düşeni yapan topluluk üyesi bireyler. Avlanan canlının ruhu ikna edilmeye çalışılır, avlandıktan sonra minnet duyguları ifade edilir. Bütün bunlar doğanın koynunda korku içinde yaşayan insanın aç kalma ve bir de avladığı bedenlerin ruhlarının lanetine uğrama korkusunu ortadan kaldırmayı amaçlayan ortak eylemler. Avı oynayan da avlayan da insandır aynı zamanda. Vücut sıvıları, kan, revanla dolu ritüeller avı sembolik düzeyde yeniden canlandırır.



Tarım toplumuna geldiğimizde avcı toplayıcının ritüellerinin biraz daha karmaşıklaşmaya başladığını görürüz. Çiftçinin artık karmaşık bir üretim süreci vardır; toprak, tohum, yağmur, ekin, hasat, depolama, vs. Artık bütün bunların hepsini garanti altına alması gerekir. Bütün bu sayılan bileşenlerin sorumlu olduğu tanrılar söz konusu olmuş. Bir tanesi gök yüzünden, diğeri yer altından, bir başkası rüzgardan, savaştan, aşktan, sağlıktan sorumlu tanrılarla çevrelenmiş insan. Çok tanrılı dinlerin ortaya çıkmasıyla semboller çoğalmış, kurban ve adakların sunulduğu zamanlar ve tanrılar çeşitlenmiş. Burada da yine herkes birlikte çalışmakta ancak toprağı yöneten bir sahip varken bir de hasatın güvenliğini sağlaması beklenen tanrılar söz konusu. Herkes hep birlikte ürünün ve dolayısıyla kendilerinin bekası için ritüeller gerçekleştirmekte. İzleyen izlenen söz konusu değil, süreci izleyenler olsa olsa tanrılardır ya da tanrı/krallar ki onlar da kimi zaman kurban olmaktan kurtulamazlar.

Anadolu'da mevsim dönüşlerinde oynanan Köyseyirliklerden.

Antik Yunan’da tiyatral faaliyetin yapısı bir yazar/yönetmen ve halktan oluşan koro ve birkaç oyuncudan ibaret. Tabii ki bunların yanında sahne etmenlerinin üretimini gerçekleştiren zanaatçılar da söz konusu. Zeytin ya da üzüm hasatından zeytinyağı ya da şarap yapımına uzanan üretim sürecine benzer tiyatronun üretilme ve izlenme süreci. Oyun bir kişi tarafından yazılır, kostümler, aksesuarlar, masklar ve gerekli başka materyaller belli bir organizasyon sürecinin sonucunda üretilir. Zaten halk da anlatılacak hikayeyi bilmekte fakat şairin bunu nasıl işleyeceğini merak etmektedir. Zeytinyağının tadını bilip de iyisini arar gibi, şarabı seçerken tadına bakar gibi. Zeytinyağının, sirkenin, şarabın bir üreticisi varsa alıcısı da var. Dükkan; tarladan aldığını satılabilir ürün haline getirip depolayanın sahnesidir de diyebiliriz. Sahnede gerçekleşen süreç de, oynayan ve oturup izleyen arasında gerçekleşen bir alışverişi doğurur. Zeytinyağını toplayıp teknesine doldurup yola çıkan ilk tüccar gibi Thespis de biriktirdiği hikayelerini oynamak için yola çıkar.

Antik Yunan'da satir oyuncuları.

Daha sonra kimilerine göre karanlık kimilerine göre insanlığın uzun süren gelişme dönemi Ortaçağ’da inancını tüccarlar gibi misyonerler aracılığıyla yaymaya çalışan kilise, tiyatroyu sakıncalı bulmuş. Buna rağmen gezgin oyuncular zanaatlarını icra etmeye devam etmişler ki daha sonra bununla başa çıkamayan kilise, ibret hikayeleri anlattıkları moralite oyunları yaparak tiyatroyu kilisenin içine almış ve günahkarları tövbe ettiren oyunlar sergiletmişler. Daha sonra bugünkü İtalyan sahne olarak nitelenen kilise mimarisi ve ritüel düzeni tiyatronun seyirciyle buluştuğu en popüler yapı haline gelmiş.

Kilisenin ibret oyunlarından.

Dinin kontrol gücüyle iktidarın ideolojik araç olarak kullandığı tiyatronun sunulma biçimi de temelden belirlenmiş. Avcı toplayıcıda dairesel ritüeller düzenlenirken, Antik Yunan’da tiyatro binası yarım daireden biraz daha geniş hale gelmiş, Roma’da yanlardan daralıp sahneye cepheden bakan yarım daireye dönüşmüş. Kilisenin etkisiyle perspektif derinliğin sonunda tanrının, mutlak olanın görüleceği, tartışmaya yer bırakmayan dikdörtgen yapılarda sergilenen tiyatro, ileri tarihlerde üretim ve politika ilişkilerine paralel değişimler sergilemeye devam etmiş.

Buradan Shakespeare ve Moliere’in çağına ilerlediğimizde kendi oyunlarını yazan, yöneten oynayan, çalıştırdığı elemanlara, giderlerini ödediği bir sahneye, alacaklara, borçlara, vergilere sahip esnaf-zanaatkarlar karşımıza çıkıyor. Dairesel yapıya sahip Shakespeare’in Globe Sahnesinin adının anlamının küre olmasının, matbaa sayesinde bilginin hızlı dolaşımıyla ortaya çıkan küresel dünya algısının sinyali olduğunu söylemek ne kadar yanlış olur? Dünya artık yuvarlaktır. Shakespeare’in anlatımını güçlü kılan evrensellik de sanki burada yatar. Tiyatronun alışılagelen yapısını tarumar etmekle suçlanan Shakespeare, zamanında onun sanatında kusurlar bulan doğrucuların hepsinin unutulduğu dünyada hala hayatta.

Shakespeare'in Globe Tiyatrosu'nda bir temsil esnası





Shakespeare, Moliere ve çağdaşlarının tiyatrolarının yapısı ürettikleri ürünleri pazarda satan esnaf-zanaatkarların atölyelerine benzer. Ustalar, kalfalar, çıraklar, ayakçılar, ortacılar gibi yazar, oyuncular, sahne çalışanları, biletçiler ve daha başka elemanların bir usta etrafında örgütlenmesiyle ürünlerini ortaya çıkartırlar. Globe Sahnesi pazar yerinin ortasındadır, izleyiciler izleyecekleri yere göre bilet parası veren her sınıftan insanlar. Shakespeare’de kan, gözyaşı, aşk, ihtiras, entrika, egzotik hikayeler, korku, gizem, belagat, uzak diyarlar, hayat dersleri, yükselişler, yıkımlar, komedi, kahkaha, sefalet ve sefahat kısaca hayatın içinde ne varsa bulmak mümkündür. Shakespeare adeta zamanının Netflix’i gibi pazarın ortasında birkaç şilin karşılığında tüm gün eğlence sunar.

Buradan hızlıca Ondokuzuncu Yüzyıl’a Sanayi Devrimine geldiğimizde karşımıza tüm üretim ilişkilerini ve dolayısıyla insan hayatını temelden değiştiren bir yapıyla karşı karşıya kalırız; makine. Makine her defasında aynı ürünü ortaya çıkartmak için tasarlanmış karmaşık bir yapı ortaya koyar. Fabrika’daki üretim sürecindeki insanların örgütlenme biçimiyle, makine parçalarının bir arada çalışmasını sağlayan örgütlenme biçimi de benzerdir; her dişli, her parça belirlenmiş bir görevi yerine getirir. Ürün tasarlanır, makine çarkları çalışır ve ürün ortaya çıkar. Buradaki üretim sürecinde makinenin üreteceği ürünün tasarımının tiyatrodaki karşılığı yazılmış oyun metni. Artık tiyatroyu gerçekleştiren tiyatro sahibi her defasında kendi oyununu yazmak zorunda değil, daha önceden tasarlanmış bir ürünü piyasaya sürmek için makinesine ayar vermesi yeterlidir. Yazar, yönetmen, dramaturg, başrol oyuncuları, yardımcı oyuncular, kostüm, dekor, makyaj sorumluları, ışıkçı, müzisyen, biletçi, teşrifatçı ve daha başka dar alanda uzmanlaşmış bireylerin karmaşık örgütlenmesinden meydana gelen yapı her defasında aynı ürünü ortaya çıkartmak için çalışır. Eğer makine şişe kapağı yapıyorsa şişe kapağı yapar, vida ise vida; ne üretmek için tasarlandıysa onu yerine getirir.

Ayrıca bu her defasında aynı ürünü ortaya koyan yapı ister tek kişilik oyun olsun isterse Ekim Devrimi’nin canlandırıldığı 15000 kişinin katıldığı kitlesel oyunlar olsun değişmez. Biri küçük atölyede çalışan makine gibi, diğeri entegre tesis gibi çalışmaktadır. Yapı ve ürün üretme prensibi değişmemektedir.

Yirminci yüzyılda ilerlediğimizde kaba makinenin bilgisayarla ve yapay zekayla tanışmasına tanıklık ediyoruz. Artık makinenin katı çeliğiyle, silikonun akışkanlığı tanışmıştır. Başlangıçta hesap makinesi gibi sayısal işlemleri net sonuçlarla ortaya koyan algoritmalar, benzer işlemleri gerçekleştirirken her defasında aynı sonucu doğru biçimde ortaya koymak üzere tasarlandı. Bir kere programladığınızda algoritmalar kendi görev alanı içinde önceden kesitirilemez durumlarla karşılaşmadıkları, bir bakıma sürtünmesiz alanlarda kusursuz sonuçlar ortaya koydular. Ancak sayısal dünyanın sürtünmesiz ortamından, önceden kestirilemeyecek durumlarla karşılaşılabilecek alanlara çıktığımızda yapay zeka nasıl bir algoritma kullanarak, nasıl sonuçlar elde edecek sorusu ortaya çıkıyor? Burada da karşımıza sezgisel algoritmalar ve öğrenen makineler çıkıyor. Örneğin İngiltere Heathrow havaalanında uçakların kalkış ve inişlerini düzenleyen bir sezgisel algoritma kullanılıyor. Her türlü kestirilemez değişkenlere bağlı şartlarda düzenleme yapması gereken sezgisel algoritmanın ortaya koyabileceği kusursuz bir sonuç yoktur ancak yapabileceği şey olabilecek en iyi sonucu ortaya koymaktır. Her deneyiminden bir şeyler öğrenen makine sezgisel algoritmasını her daim yenilemekte ve işlem kapasitesini arttırmaktadır. Aynı zamanda yapay zeka bu öğrendiği bilgi ve deneyimi diğer yapay zekalarla paylaşarak onların da işlem gücünün artmasını sağlamaktadır. Öğrenen makine işletim sistemini geliştirdiğinde artık bütün makineler aynı bilgi ve teknikle zenginleşmiş demektir.

Günümüzde de aynı sanayi devriminin yarattığı değişim gibi yapay zekanın da toplum örgütlenmesinde ve üretim ilişkilerinde köklü değişimler yaratacağı hatta yarattığı söyleniyor ve gözlemleniyor. Bu noktada geleceğin üretim ilişkilerini belirleyeceği söylenen yapay zekanın yapısına bakarsak geleceğin tiyatro örgütlenmesi ve üretim biçimini kestirebilir miyiz?

Yapay zekanın işlediği ortama baktığımızda bilgisayar teknolojisi karşımıza çıkıyor. Bilgisayar da en nihayetinde bir makine. Ancak bildiğimiz makineden biraz farklı. Burada da birbirleriyle etkileşim içinde olan parçalar söz konusu. Kabaca bakarsak bilgisayar işlemci, bellek, ana kart, ses kartı, görüntü kartı, depolama diski ve daha birçok parçadan oluşmakta. Bütün parçaların ana komutu izlediği ve tek ürün çıkartan makineden farklı olarak bütün bu kendine has özellikleri olan parçaları değişik işlemleri yerine getirmek için uyumlu hale getiren bir dile, işletim sistemine ihtiyaç var. Parçaları birbirine tanıtmalı, bütün sistemi uyumlu bir şekilde işleyecek hale getirmek için formatlamalıyız. Windows ya da MacOs gibi kapalı diller olduğu gibi Linux gibi kullanıcısının dilin gelişimine katkı sağlayabileceği sistemler de mevcut ki bu bilginin çok daha hızlı yayılmasını ve işlenmesini sağlıyor. (Hatta bu yazıyı yazmamı sağlayan LibreOffice programı tam da bu özelliklere sahip, her geçen gün geniş kullanıcı ağının katkılarıyla parayla satın alabileceğiniz programların yapabileceklerini yapar hale geldi.) Bu uyumlanma sürecinden sonra temel üretim aracına bir takım algoritmalar aracılığıyla görevler verildiğinde üretim süreci başlamış oluyor. Sezgisel algoritma ve öğrenen makineyle de üretim süreci içinde beklenmedik durumlarda insiyatif alması beklenen makineler geliştirilmeye çalışılıyor. Hele de üç boyutlu yazıcılar sayesinde tek işlevli makineler bile aynı teknolojik olarak işlevsizleşme tehlikesiyle karşılaşan insanoğluyla aynı kaderi paylaşmak durumunda. Şişe kapağı yapma makinesi ya da vida makinesi değil de eşsiz tasarıma uygun üretim gerçekleştirecek üç boyutlu yazıcıların devri gelmekte.

Beklenmedik durumlar karşısında aynı hedefe doğru hareket eden organizmaların insiyatif alması bizi doğaçlama kavramıyla karşı karşıya bırakıyor. Dinamikler değiştiğinde ezberimizdekiler yeni durumlarla başa çıkmakta yetersiz kalıyor. Peki tiyatro hala yazılmış metinlerin ezberlenmesi şeklinde icra edildiğinde günümüzün ve geleceğin akışkan dünyasına ne kadar cevap verebilecek? Eğer verebilecekse neden hala Antik Yunan’daki ya da tarihin başka bir zamanındaki üretim biçimlerine koşut şekilde organize olmuş tiyatral faaliyetlerin içinde değiliz?

Viola Spolin 

Alan Turing’in Nazilerin enigmasını çözmesiyle birlikte dünya gündemine düşen yapay zekanın ortaya çıktığı yıllar aynı zamanda doğaçlama tiyatronun da ortaya çıktığı yıllara denk geliyor. Amerikan tiyatrosunda ve oyunculuk eğitiminde devrim gerçekleştirmiş olan Viola Spolin kırklı yıllarda Chicago’da göçmenlerle çalışırken herkesin yaratıcı sürecin içine girebileceği doğaçlamalardan ve oyunlardan faydalanıyordu. Daha sonra ellili yıllarda Northwestern Üniversitesi çevresinde The Compass Players isimli bir topluluk kurdular Viola Spolin ve arkadaşları. Burada tiyatro oyunlarını metinsiz gerçekleştirebilmenin ya da hikayenin sahne üzerinde anında oluşturabilmenin teknikleri üzerine denemeler yapıldı. Daha sonra kurulan Second City Chicago komedi sanatını başka bir boyuta taşıyarak doğaçlamanın Amerika’da yaygınlaşmasına büyük katkı sağladı (ne kadar hazindir ki bu yıllar Türkiye’de geleneksel doğaçlama pratiklerinin ölmekte olduğu yıllardır). Altmışlı yılların sonunda Del Close’un uzun hikayeleri kolektif bir biçimde yaratmayı amaçlayan doğaçlama çalışmaları ilhamını 68 ruhundan alıyordu. Keith Johnstone’un İngiltere’de halka açık gerçekleştirmesi yasak olan doğaçlama gösterisi Tiyatro Sporu, yetmişli yılların başında Kanada’nın davetiyle Toronto’da gerçekleşti ve tüm dünyaya yayıldı. Şu anda Kanada’da Uluslararası Tiyatro Sporu Enstitüsü tüm dünyaya bu tekniği öğretmek üzere eğitim ağları organize etmekte. Bunların yanında her ülkede doğaçlama tiyatro toplulukları ve festival organizasyonları bu sanatın dinamiklerinin yayılmasını ve gelişmesini sağlamakta. Öte yandan Augusto Boal’in Forum Tiyatro pratiği, psikodrama, yaratıcı drama, spontanite tiyatrosu, Contact Impro gibi çeşitlendirilebilecek tiyatro pratikleri sahnede anlatılacak olanın oyuncuların yaratıcı insiyatifleriyle gerçekleştiği sanatsal süreçleri sunmaya başladı. Aynı caz müziğinde olduğu gibi bazen belirgin bir tema üzerine, bazen de tamamen özgür bir şekilde bir araya gelmiş sanatçıların canlı performanslarıyla gerçekleşen tiyatral, seyirlik performans süreçleri; bir nevi tiyatronun cazı.

Del Close doğaçlama çalıştırırken. 


Üretim araçlarının yapısının seyirlik sanatın yapısına benzediğinden bahsediyoruz. Doğaçlama tiyatronun çalışma dinamiklerine baktığımızda endüstrinin baş aktörü olmak yolunda ilerleyen yapay zeka ve bilgisayar ile ne gibi benzerlikler bulabiliriz acaba? Biraz spekülasyon yapıp bu iki sistemin nasıl çalıştığına bakalım.


2019 Mayıs ayında Londra'da düzenlenen Global Improvisation Sempozyumu'nda Açık Gün etkinliğinde paylaşılan atölyeler.


Sahne üzerinde birlikte performans gerçekleştirecek oyuncuları bilgisayarın parçaları olarak ele alalım. Her parçanın değişik durumlarda avantajlı olacak özellikleri olacaktır, hiç kimse birbirinin aynı değil. Takım oyunu içinde de her türden insana ihtiyaç olduğunu ön kabul olarak alırsak beş benzemez insanların akışkan bir süreç içinde uyumlu çalışmasını beklemekteyiz. Senkronize danslar ya da ince zamanlama ayarlarıyla gerçekleştirilen, herkesin belirlenmiş hareketleri yaptığı gösterilerden farklı olarak burada ekip üyelerinden ortak amaç doğrultusunda uyumlu doğaçlamalar yapmalarını bekliyoruz. Peki bu nasıl olacak? Bilgisayar parçalarının bir işletim sistemine, ortak bir dile ihtiyaç duyduğunu biliyoruz. Doğaçlama tiyatroda da oyuncuları birbirleriyle uyumlu hale getirmeye yarayan bir takım prensipler söz konusu. Bu prensiplerin her bireyde işler hale gelmesi için yapılan ön hazırlıklar oyunculara nörolojik, bedensel, psikolojik dokunuşlar yapan tekniklerin uygulanmasıyla gerçekleşir. Bu teknikler oyuncuları birbirlerini dinleyen, olumlu katkılar yapan, ortak hikaye gerçeğini şartsız olarak kabul edip yaratıcılığını ortak hikayeye katkı sağlamak adına işleten, konuşmadan ya da eylemeden önce etkili bir şekilde dinleyen, kendi hakikatine karşı dürüst olma çabasında, her daim yardımcı oyuncu olduğunun bilincinde olan, birlikte oynadığı oyuncuların yarattıklarının iyi görünmesine hizmet eden, sağlıklı bir egoya sahip, ezberlerinden kurtulmuş, açık fikirli, zihni ve bedeni arasında denge sağlamış olan oyuncular haline getirmek için kullanılır. Oyuncu bir kere bu tekniklere vakıf olduğunda, yani enstrumanını tanıyan ve dinlemesini bilerek hata yapmaktan korkmayan caz müzisyeni ya da sporcu gibi sahneye çıktığında aynı prensipler üzerinde anlaşmış olduğu diğer oyuncularla içine gireceği yaratıcı süreçlerin sunacağı hikayeler sınırsız olmaktadır. Yani oyuncularımızı “hardware” olarak ele alırsak, bunu işletecek “software” doğaçlama prensipleri olacaktır. Bu ikilinin dengesini yakaladığımızda geriye hangi işlem için hangi algoritmayı kullanacağımız sorusu geliyor. Burada en temel algoritma olarak Joseph Campbell’in ortaya koyduğu evrensel hikaye döngüsü ya da bir diğer deyişle kahramanın yolculuğu karşımıza çıkıyor. Kahramanın yolculuğundan haberdar olan oyuncular sahnede yoktan var ettikleri bir karaktere bir arzu yükleyerek onu engellerle dolu bir yola çıkarttıklarında her defasında yeni bir hikayeyi yaratma şansına sahip olurlar. Bunun için oyuncuların birbirlerini uzun süre tanıyor olmaları gerekmez, ancak doğaçlama prensiplerini içselleştirmeleri gerekmektedir. Doğaçlama tiyatroda “sen benim kim olduğumu biliyor musun” diye söze başlayan egoist oyuncuya yer yoktur. O zaten doğaçlamayı okulda yapıp bitirmiştir. Öte yandan bu sağlıksız egoya sahip, “mahmihçi” oyuncu eski bir teknolojinin parçasıdır. Ona bir metin gerekir. Şişe kapağı yapan makine nasıl kriko ya da dikiş makinesiyle çalışamazsa bu tip duayen oyuncular da diğer oyuncularla oyun oynayabilme kapasitesine sahip olamamaktadır. Sadece ezberleyerek, hiyerarşik düzen içinde oynayabilen oyuncu belli işlevleri yerine getiren eski tip makineler gibidir. Tiyatrodan hoşlanmadığını ifade eden ancak doğaçlama tiyatronun bağımlısı olan seyircilerin tiyatrodan hoşlanmama nedenleri olarak bu tip oyuncuların yarattığı atmosfer olduğunu söylediklerine çokça tanık oldum.

Doğaçlama tiyatroda kısa formlar dediğimiz skeç doğaçlamalarına bakacak olursak algoritmalarla bağlantısını anlamamıza yardımcı olacağını düşünüyorum. Kurallı oyunlar oyuncuların yaratıcılıklarını teşvik etmek için belirlenmiş kısıtlamalarla üzerinde yürünecek yollar sunarlar. Oyuncular bu kuralları takip ederek bir boşlukta nereye gideceğini bilmez halde kalmak yerine yaratıcılıklarını bir dizi algoritma sayesinde serbest bırakabilirler. Kurallı oyunlarda uyulması gereken kurallar oyunculara bu yol haritasını veren sıralı algoritmalara benzer. Örneğin bir oyun size şu kuralları verebilir; sahne ilk oyuncunun bir kelimelik bir cümle söylemesiyle başlar, karşısındaki oyuncu iki kelimelik cümle kurar. Ardından diğer oyuncu üç kelimeyle cevap verir. Bu sekiz kelimelik cümleye kadar ilerler. Daha sonra kelimeler azaltılarak devam edilir. En son yine tek kelimelik bir cümle söylenir ve sahne sona erer. Buradaki kuralda sayı sıralama söz konusudur. Oyunun dış kabuğunu bu kuralların meydana getirdiği algoritma belirler. Bu sayısal akış oyuncuların takip edecekleri sayısal algoritmayı gösterir. Ancak oyunun konusunu belirleyen bir de sezgisel algoritma vardır. Bu da oyunun içinde oyuncuların sahnenin konusunu ortaya koymak için işletecekleri, karakterler kimdir, nerededir, ne yapmaktadırlar gibi soruların cevaplarıyla karşılık bulacağımız süreci gösterir. Bu yapı kurulduğunda bu sefer diğer bir katmanda da duygusal tepkilerin oluşturacağı dramatik durumu ortaya koyan algoritmalar söz konusudur.

Başlangıçta verilen, kabuğu oluşturan sayısal takip her defasında aynıdır. Kural takip edilir, ancak içeriği oluşturan algoritmalar sezgiseldir ve her defasında farklı sonuçlar ortaya çıkartmayı vaad eder. Kim, nerede, ne yapıyor sorularının karşılığını bulamadığımızda oyuncular bir nevi “geçersiz işlem yürütür”. Bu da bize kötü bir doğaçlama sahne verir. Bazı durumlarda bu soruların cevaplarını alsak bile “duygusal” kısmı belirleyen “nasıl” ve “neden” soruları cevapsız kaldığında sadece data veren kuru bir sahneyle karşı karşıya kalırız. Doğaçlamada amaçlanan “ilgi çekici sahne” oluşturma aşamasına geçilemez. Toparlayacak olursak; kurallarla oluşturulmuş sayısal algortimanın üzerine, kişilerin, mekanın, eylemin ortaya koyulmasını sağlayan sezgisel algoritma ve aynı zamanda “nasıl ve neden” sorularıyla, belki de duygusal algoritma diyebileceğimiz bir mekanizma devreye girmelidir.

Oyuncuların donanım olarak ele alınabileceği bu sistemde mekanizmanın çalışabilmesi için donanımların yükten kurtulması gerekir. Oyuncular sağlıksız ego, beğenilme kaygısı, alkış veya kahkaha beklentisi, özgüven eksikliği gibi sonuç odaklı algıların ortadan kalkmasını sağlayacak şekilde formatlanarak, belirsiz süreçlerde korkusuz işlem yürütecek donanımlar haline gelmek için çalışmalıdırlar.


Algoritmalara devam edecek olursak; Joseph Campbell dünya üzerindeki tüm dinleri ve mitolojileri inceleyerek insanoğlunun ortak mitolojisini “Monomit” olarak ifade edip tüm insanlığın ortak mitolojik dilini ortaya koymaya çalışmış bunu da başarmıştı. Bu çalışmaların sonucunda ortaya çıkan kahramanın yolculuğu şablonu doğaçlama tiyatro performans sürecinde işletilebilecek sezgisel algoritmalardan biri olarak ele alınabilir. Oyuncular bu yolculuğun aşamalarına aşina olduklarında her defasında aynı sonucu almayacaklardır elbette. Oyunun gerçekleştiği gün oyuncuların kendi ruh halleri, birikimleri, duyguları, fiziksel durumları, güncel gelişmelerin etkisi vb. doğrultusunda ortaya çıkan hikaye, sezgisel algoritmanın ortaya koyduğu sonuç gibi “doğruya en yakın” şekilde ortaya çıkacaktır. Mükemmel diye bir şey söz konusu değildir.

Öte yandan canımız, örneğin Anton Çehov tarzında oynamak isterse ne yapacağız? O zaman aynı kahramanın yolculuğunda olduğu gibi oyuncular Çehov’un hikaye evreninin dinamiklerini araştırmak ve içselleştirmek durumunda olacaktır. Oyunları, hikayeleri, yaşam öyküsü, karakterleri, kullandığı malzemeleri, hikayelerinin, oyunlarının dilini iyi çalışmış olarak bir nevi Çehov’un dünyasını belirleyen parçalardan oluşan bir sezgisel algoritma yaratmalıdır. Oyun esnasında alınan ilham verici birtakım yönelimler doğrultusunda bu sezgisel algoritmayı işleten oyuncular, kendi gündemlerindeki malzemeyi Çehov’un dünyasına aynı bilgisayarda olduğu gibi bir dosyayı farklı bir platformda işlemek üzere dönüştürerek, bilgisayarcı gibi söylersek “convert ederek”, olabilecek en iyi sonucu ortaya çıkartmak üzere performanslarını gerçekleştirirler. Bu çalışma yöntemiyle her türlü kolektif tiyatral faaliyet mümkün olabilmekte. 2010 yılında Amsterdam Doğaçlama Tiyatro Festivali’nde kırk kişilik oyuncu kadrosuyla “felaket filmi” türünde bir doğaçlama oyun gerçekleştirdiğimizde oyundan önce gerçekleşen atölye sürecinde bu tip filmlerin ortak özellikleri üzerinde dramaturjik çalışmalar yaparak türün dinamiklerini ortaya koyarak bir nevi algoritma ortaya çıkartmıştık. Performans saatinde hiçkimse hikayenin nasıl ilerleyeceğini, ne anlatılacağını bilmiyordu. Böylesi bir sürece giren oyuncu, takım sporlarındaki oyuncular gibi, varını yoğunu oyuna koymalıdır. Guardiola’nın efsane Barcelona kadrosundan beklentisini dile getirirken söylediği gibi.

Doğaçlama tiyatronun bu algoritmik yapısı uluslararası etkileşimleri de yoğun paylaşımla dolu farklı bir duruma evriltti. 2004 yılında katıldığım Berlin Doğaçlama Tiyatro Festivali’ne kadar benim için de tiyatro daha çok oyuncunun kendi diline hapsolmak zorunda olduğu bir sanat biçimiydi. Ancak Berlin deneyiminden sonra doğaçlama ile tiyatral yaratım sürecinin küresel anlamda ilham verici olduğunu keşfettim. Bir kere prensipleri içselleştirdiğimizde her dilden insanla her türlü hikayeyi yaratma şansına sahip oluruz, hem de güç ilişkisi yaratmayan yatay bir sahne üstü örgütlenmesiyle.

Öte yandan doğaçlama tiyatro aynı yapay zekanın birbirleri arasında kurduğuna benzer bağlantıları insanlar arasında kurmakta. Doğaçlama yapabilmek için birlikte doğaçlayanlar birbirleri arasında bağlantılar yaratmak zorunda. Farklı zekalar birbirleri arasında olumlu bağlantılar kurmalı. Sezgisel diyebileceğimiz bu süreç, bireyler arasında armoni yaratarak, belirsiz süreçler içinde farklı karar alma mekanizmalarının duyguyla birleştiği kolektif yaratım alanları meydana getirir.

Oyuncular farklı anlatım biçimleri ve bir takım kendine has dil yaratmış yazarların oyunları üzerine dramaturjik yetkinliğe sahip olduğu taktirde bu biçimler ve yazarların anlatım matematiklerinin algoritmasını çıkartma şansına sahip olurlar. Doğaçlama prensiplerini deneyimlemiş ve takip etmekte olan doğaçlama oyuncuları bu algoritmaların izinde yaşadıkları çağın tanıklığını ifade edebilecekleri farklı anlatılar yaratma şansına sahip olurlar. Oyuncu yaratıcı insiyatifini ille de bir başkasının insafına bırakmak zorunda değildir. Bu güne kadar bu bahsettiğim tarzda doğaçlamalara çokça tanık oldum, yani yeni bir fikir değil; Berlin Impro Festivali’nda Heiner Müller, Woody Allen, Anton Çehov tarzında; Los Angeles Impro Festivali’nde Shakespeare tarzında doğaçlama oyunlar izledim. Amsterdam’da Felaket Filmi; Berlin’de polisiye, müzikal; Estonya’da Tarantino tarzında, Los Angeles’ta western film türünde tanık olduğum ya da içinde bulunduğum performansları örnek verebilirim. İstanbulimpro olarak gerçekleştirdiğimiz Çehov, Tennessee Williams doğaçlamaları ve evrensel hikaye döngüsünden yola çıktığımız ve seyirciyi oyunun yazarı haline getirdiğimiz Bir Zamanlar oyunları da bu prensiplerle ilerleyen oyunlara örnek gösterilebilir.

Bu noktada seyirlik hikayenin oyuncu, müzisyen, ressam ve seyircinin ortak bilinçdışıyla inşa edilmesine örnek olması açısından Bir Zamanlar oyun formatının üzerinde durmak faydalı olacaktır. Format ilhamını yıllar önce aldığı mesleki eğitimin bir parçası olarak Psikolog Tolga Erdoğan’ın öğrenip bize aktardığı Altı Parçalı Hikaye yönteminden alıyor. Altı Parçalı Hikaye yöntemi İsrailli terapist Mooli Lahad’ın yüksek sayıda travmaya uğramış insan gruplarının ortak bilinçdışını analiz etmek ve iyileşme sürecinde travmaya maruz kalanlarla çalışacak terapistlere yol haritası çıkartmak için oluşturulmuş. Mooli Lahad’ın çıkış noktası da yukarıda adını zikrettiğimiz Joseph Campbell’in Kahramanın Yolculuğu hikaye şablonu. Campbell’in oniki aşamada ortaya koyduğu kahramanın yolculuğu Mooli Lahad’ın elinde altı aşamaya inmiş. Yöntemi uygulayan kişiler tekniğin onlardan beklediklerini basamak basamak uygulayarak birer hikaye yazıyorlar. Hikayenin her basamağında kişinin yapacakları belli. Birinci basamakta bir kahraman yaratılıyor; onun gündelik hayatı, zayıf ve güçlü yanları, fiziksel ve ruhsal haliyle ilgili bilgiler vb. İlk basamakta henüz aksiyona geçmemiş kahramanı tanımamızı sağlayan bilgileri aldıktan sonra ikinci basamakta yaratılan kahramana bir görev, bir hayal ya da üstesinden gelmesi gereken bir olay yaratılıyor. Buna kısaca görev bölümü diyoruz. Daha sonra gelen üçüncü aşamada ise kahraman ile amacı arasında engel ya da engeller yaratılıyor. Dördüncü aşamada ise bu engelleri aşmasında ona yardımcı olan unsurlar ya da kişiler yaratarak onların kahramana önerdikleri yardım teklifleri, tavsiyeler belirtiliyor. Beşinci basamağın adı Ana Eylem; yani kahramanımız aldığı yardımların sonucunda amacına yönelik asıl eyleminde bulunuyor. Altıncı ve son parçada ise kahramanın eyleminin sonucunda oluşan yeni durum yaratılıyor. Mooli Lahad bu altı aşamada bilinçdışımızı açığa çıkarttığımızı ifade ederek bu hikayeleri BASIC-Ph denen bir yöntemle analiz ediyor ve yerel terapistlere raporunu sunuyor. BASIC-Ph bir kısaltma. İnsanın stresle başa çıkmasını sağlayan altı kaynağı ifade eden İngilizce kelimelerin kısalmaları. B harfi Belief yani İnanç. Buradaki tezde her insanın bir şeylere inanma ihtiyacının olduğu belirtiliyor; bu tanrı da olabilir, devrim de ya da hayatta tutunulabilecek başka inanç kaynakları da. A harfi Affect, Duygulanım diye özetlenebilir. İnsan hisseder, duygularını yitirmiş ya da baskılamış kişi stresle başa çıkmakta zorlanabilir. S harfi Social, hepimiz sosyal varlıklarız, başka insanlara ihtiyaç duyuyoruz. I harfi Imagination, Hayalgücü. C harfi Cognition yani bilgi ile bilişsel olan ile bağımızı gösteriyor. Ph ise Physical, Fiziksel yanımız, insan fiziksel bir canlı, hareket etmeli. Bütün bu kaynaklara dengeli bir şekilde sahip olduğumuzda hayatımız normal seyrinde ilerliyor. Travma durumunda bu kaynaklardan bazıları baskılanıyor ya da aşırı şekillerde kullanılabiliyor. Altı Parçalı Hikaye, hikayenin yaratıcısının bilinçdışına dair ipuçlarını ortaya koyduğu teziyle yola çıkarak aynı travmaya maruz kalmış çok sayıda insanla uygulanarak kolektif bilinçdışımızdaki arızaları sağaltmak için kullanılıyor. Mooli Lahad 1999 Marmara depremi de dahil olmak üzere bu yöntemi dünyanın birçok yerinde başarıyla uygulamış. Bir bakıma hikaye yaratımını basit bir algoritmaya indirgeyerek kişinin her defasında başlayıp biten bir hikaye yaratmasını kolaylaştırıyor.




Altı Parçalı Hikaye bize sahne üzerinde anında uzun hikayeler yaratmak için ilham verdi. Yapı üzerinde çalışırken görev ya da hayal bölümü ve yardım bölümlerinin ardına birer müzikal bölüm ekleyerek duygunun yükseldiği anlarda ana kahramanın birer şarkı doğaçlaması yapacağı bölümler ekledik. Böylelikle elimize sekiz bölümde tamamlanacak kolektif yaratıma imkan sunan tiyatral bir algoritma geçmiş oldu. Hikaye yazımındakinden farklı olarak her basamakta seyircimize görsel bir uyaran sunmaya karar verdik. Bu noktada önce kartlar daha sonra doğal nesneler ve en son halinde de bir ressamın oyun esnasında çizdiği resimleri kullandık. Ressamdan istediğimiz ilk resim portre oldu, daha sonra hayal ya da görev için bir figüratif, duygu yani şarkı bölümü için bir soyut, daha sonra engel bölümü için figüratif, yardımcı için portre, duygu için tekrar bir soyut, ardından eylem için figüratif ve en son bölüm için bir figüratif daha. Bazı durumlarda hikaye ana eylem bölümünde bittiği durumlarda son figüratif çizilmedi. Burada da elimize sahnede sergilenecek hikayenin algoritması geçmiş oldu. Her görsel her basamaktan önce seyirciye gösterildi ve onun yaptığı yorumlar oyuncular tarafından görselleştirildi. Seyirci istediği yorumu yapmakta serbest, oyuncular bu hayalin hizmetkarı oldukları gibi oyun esnasında hikayenin gidişatını besleyecek her türlü yaratıcılıklarını kullanmakta özgürler. Bu görseller kimi zaman tek gönüllü izleyiciye ya da kimi zaman her basamağın farklı bir seyiriciye yorumlatıldığı şekillerde ilerledi. Yöntem her defasında aynı şekilde uygulanıyor ancak tüm hikayeler farklı. Formatı birçok kere oynadıktan sonra ufak bir müdahaleyle toplumsal cinsiyet hikayeleri yaratacak bir algoritmaya dönüştürdük. Bu halinde genel çerçevenin işleyişine şöyle müdahalede bulunduk; tüm oyuncular ve yaratılan tüm karakterler kadın olacaktı; oyuncular, müzisyenler, ressamlar ve yaratılan karakterler ve görselleri yorumlayan izleyiciler de kadın. Aynı format ufak bir güncellemeyle kadınların kolektif bilinçdışına dair hikayelerin yaratılmasına olanak sağladı.

Bir Zamanlar formatı 2011 yılındaki ilk temsilinden sonra yurtiçi ve yurtdışında çeşitli sahne ve organizasyonlarda farklı oyuncu gruplarıyla deneyimlendi. Formatı oynadıkça, başlarken kestiremediğimiz çıktılar belirmeye başladı. Bireylerle uygulanarak kitlenin bilinçdışını ortaya çıkartmak için kullanılan ruhsal teşhis yönteminden ilhamla geliştirdiğimiz sahne pratiğiyle ortaya çıkan hikayelere geri dönüp baktığımızda, oyuncuların ve seyircilerin birlikte gerçekleştirdiği her performans sonucunda, her oyunun gerçekleştiği kitle ve mekana dair toplumsal bilinçdışını açığa çıkartmaya başladığını fark ettik. Türkiye’de yaptığımız oyunlarda seyircilerin yarattığı kahramanlar büyük çoğunlukla kendini ifade olanaklarının açlığını çeken ve bunu gerçekleştirmek üzere mekan değiştirmek isteyen karakterler oldu. Bu karakterler aynı zamanda oldukları gibi kabul edilmemenin, ötekileştirilmenin acısını çeken, ressam ya da yazar olmak gibi hayalere sahip olan kişileri gösteriyordu. Bu kahramanların hayalleriyle arasındaki en büyük engellerden biri de paraydı. Karşımızdaki karakterler hem hayatını idame ettirmekte zorlanan hem de kendisini dilediği gibi ifade edemeyen, kabul görmediğini hisseden kişilerdi. Ortaya çıkan hikayelerin neredeyse tümünde yardımcı karakterler aile dışından birileri oldu. Kahramanlar çoğunlukla hedeflerine ulaşsa da ciddi sayıda hikayenin sonu hüsranla bitti. Kahramanların gitmeyi hayal ettiği yerlerden biri tuhaf bir şekilde birkaç oyunda aynıydı. Norveç’te göl kıyısında kitapçı cafe açmak isteyen birden fazla karakterin farklı zamanlarda farklı seyirciler tarafından yaratılmış olması ilginçti. Özetleyecek olursak Türkiye seyircisiyle yaptığımız gösterilerde ailesinden uzaklaşmak isteyen, ekonomik zorluk çeken, kendisini ifade etmek isteyen ve bu yolda kendi yaratmış olduğu ilişkilerle hayatını şekillendirip bulunduğu coğrafyadan başka bir yere göç etmek isteyen karakterler ortaya çıktı. Aynı formatı yani yazının muradıyla ifade edecek olursak; aynı seyirlik algoritmayı batılı oyuncular ve seyircilerle uyguladığımızda yukarıda bahsettiğimiz hikaye ve karakterlerden farklı tablolar ortaya çıktığını gördük. Türkiye’de gerçekleştirdiğimiz yüzyirminin üzerinde Bir Zamanlar temsilinin yanında Avrupa ve Amerikalı doğaçlama sanatçıları ve seyircilerle uluslar arası konferans ve festivallerde gerçekleştirdiğimiz performans sayısı iki elin parmakları kadar. Sayı bu kadar farklı olmasına rağmen çıktılar dikkate değer. Bu temsillerde ortaya çıkan karakter ve hikayelerde neredeyse tümünde toplumsal cinsiyet konuları hakimdi. Anneleri ya da babalarıyla yüzleşen ve açılan eşcinsel kahramanların yardım aldıkları karakterler genelde uzun zamandır görüşmedikleri aile üyeleriydi. Bu hikayelerde kahramanların hayallerinin peşinde gitme sürecinde bir araya gelen ailelere tanık olduk. Başlangıçta ailesinden uzakta izole hayatlar yaşayan kahramanlar aile üyeleriyle, yine oldukları gibi kabul edilmeyi başarabildikten sonra, bir araya gelme arzusunu taşıyorlardı. Ortaya koyduğumuz algoritma, barındırdığı arketiplerin gücüyle evrensel olduğu kadar yerel öznellikler barındıran hikayelerin kolektif şekilde anında yaratılmasını sağladı. Bütün Bir Zamanlar performanslarının yanında Pekin Doğaçlama Tiyatro Festivali’nde Çinli seyirci ve karma oyuncu grubuyla gerçekleştirdiğimiz performansta ortaya çıkan karakter ve hikaye şaşırtıcı derecede farklıydı. Çin’de ortaya çıkan hikaye şöyleydi; savaş zamanı ailesini kaybeden bir genç kız büyüyüp iki kız çocuğuna sahip oldu, hikayenin sonunda kadın kahraman savaş pilotu oldu ve patlak veren yeni bir savaşta düşmanı bombalamak üzere uçağıyla ufka doğru yol aldı. Üç farklı toplum yapısı, üç farklı hikaye, üç farklı kolektif bilinçdışı aynı algoritmayla ortaya çıktı. Türkiye’deki hikayeler göçebe ruhumuzu açık ederken, batılı hikayeler batı toplumundaki bireyin yalnızlığını aşma ve yüzleşme çabasını ortaya koydu. Uzaktan bakıldığında Çin ile ilgili söylenebilecek ilk yorumlardan olabilecek militer toplum yapısı tek hikayede gözlerimizin önüne serildi.

Matbaa makinesi klişelerle çalışırdı. Klişeler statik bir yapıyı kolay ve hızlı bir şekilde kopyalamayı sağlıyordu. Tek bir zekanın tahakkümü altında ortaya çıkan bilginin sabitlenmesine ve basılmış materyalle dolaşımına hizmet eden bir yapı idi matbaa. Fakat yapay zekanın söz konusu olduğu yeni üretim biçimlerinde üretim aracı algoritmalar üzerinden matbaanınkine benzer fakat daha akışkan modeller ortaya çıkartan bir üretim sürecini ortaya çıkarttı.

Sahne üzerindeki tiyatral sürecin akışkanlığının yanında, sahne dışında bu sanat pratiğine dair bilgi ve deneyimin paylaşılma biçimi de yine öğrenen makinelerin ve sezgisel algoritmaların kendilerini geliştirmek için izlediği yola benzer. Festivaller, konferanslar, organizasyonların yanında sosyal medya ağlarında doğaçlama tiyatro için açılmış grup ve sayfalarda, internet sitelerinde doğaçlama tiyatroya dair tekniklerin cömertçe paylaşıldığına tanık oluruz. “Mahmih” yapıp onun kim olduğunu bilip bilmediğimizi soran oyuncunun böylesi bir etkileşimle sanatına dair gelişme göstermesi şişe kapağı yapma makinesinin dolma sarması kadar imkansız. Konvansiyonel oyuncu her daim gururla bezenmiş değersiz olma korkusunu gözümüze sokarak seyircisiyle arasına aşılmaz bir sınır koyup bir de onu eğitmeye çalıştığında tiyatronun yaşam enerjisi yok olmakta. Ancak doğaçlama tiyatroyla uğraşıyorsanız dünya çapında birçok dayanışma ve paylaşım ağının içinde kendinizi bulabilirsiniz. Festivallerde yaratılan sanatsal ve insani paylaşım alanları dostluklar ve işbirlikleri yaratarak ilham dolu süreçleri kişinin hem kendisi hem de herkes için en iyi şekilde, Spinoza dilinden söyleyecek olursak, upuygun şekilde sunmaktadır.

Ayrıca doğaçlama tiyatro arızaya, geçersiz işlem yürütmeye de müsait bir yapı sunar; yani çuvallayabilirsiniz. Bazıları buna risk der bazıları içinse bu durum heyecanlı maceralar için fırsattır. Hata yapamayacak, çuvallayamayacak kadar mükemmel olduğu ya da olması gerektiğini düşünen kibirli oyuncu ölümcül prova süreçlerinde sanatsal yaşam enerjisini tüketmekle meşgulken, doğaçlamada yapılan hata yeni bir şeyler öğrenmeye ya da alışılmadık bir şeyler yaratmaya davetiye çıkartabilir. Konvansiyonel tiyatroda hata olursa makinenin iyi işlemesi için parçaların yağlanıp ayar verileceği prova süreçlerinde oyun ve kadro kızağa alınır. Doğaçlama tiyatro icra eden toplulukta ters giden bir şeyler olduğunda ise oyunculardan oluşan ekip formatlanmalıdır. Bunlar ezberi bozacak yeni egzersizler, yaratma heyecanı kazandıracak yeni hikaye algoritmaları bulmak olacaktır. Bildiğimiz yolda dönüp durduğumuzda birbirimize sarıp, sorun çıkartma ihtimalimiz yükselir, ancak riskli bir yolda ilerlersek birbirimize sıkı sıkı sarılmak, dinlemek, el ele ilerlemek durumunda kalırız.

Kapitalizmin kendisini en iyi yaşam biçimiymiş gibi ortaya koymasına benzer bir şekilde bu üretim biçimine sahip konvansiyonel, metinli yani şehir hayatında alışmış olduğumuz, bugün tiyatro dediğimizde herkesin kafasında beliren tiyatro biçimi de kapitalizmin kibrine benzer bir şekilde üreticileri tarafından yegane tiyatro biçimiymiş gibi algılanmakta. Tiyatro duayeniyle oturduğunuzda “tiyatro metinsiz olmaz”, “tiyatro ancak şu şekilde olur” gibi cümlelere maruz kalma olasılığımız epey yüksektir ya da çok tanınmış, çok bilen duayen yönetmenlerin küfürlü twitlerine bolca rastlamak mümkündür, belki de iktidarda olmak kaybetme korkusunu getiriyor. Hem ona göre oyuncu nasıl olur da yazar ya da yönetmenden daha zeki zannedebilir ki kendini? Oysa biz özgürleştirici tiyatronun muhtemel rotası için Ranciere gibi zekaların eşitliği prensibiyle bireylere yaklaşıp; öğreten-öğrenen, sanatçı-izleyici, uzman-amatör gibi ayrımların yarattığı “aptallaştırıcı” mesafeleri aşmak konusunda neler yapabiliriz ona kafa yormak istiyoruz.

Alternatif sonlar sunan Bandersnatch dizisi algoritması.

Geleceğin seyirlik sanatını bugünden inşa edebilmek için bugünün hikayeyle bağlantılı eğlence ve sanat formlarına bakacak olursak yine algoritmalarla karşılaşıyoruz. Uluslararası hikaye dağıtıcısı Netflix büyük yankı yaratan Black Mirror dizisinin içeriğinde bilgisayar teknolojisi ve algoritmaların hayatlarımızı nasıl etkilediğini izlememizin yanında hikayeyi sunum tekniklerinin içine de algoritmaları yerleştirmiş durumda. Black Mirror dizisinin Bandersnatch isimli bölümünde izleyici diziyi izlerken kahramanın ve dolayısıyla izleyicinin seçim yapması gereken durumlar sunuyor. Yapılan seçimlerle izlenen hikaye ve varılan sonların olasılığı bol sıfırlı ihtimallerle ifade edilebiliyor. Her ne kadar düzenlenmiş alanda seyirciye belki de bir seçim yapma yanılsaması yaşatılsa da geleneksel hikaye aktarım tekniklerinin yanında dikkate değer değişim sergilemiş durumda Bandersnatch. Aslında bu yöntem yıllardır oynayıcının, dizi karşısında olduğundan daha aktif olarak, kendisini var edebildiği bilgisayar oyunlarıyla gerçekleşmekte. Oyuncu olarak bilgisayara ya da video oyun konsolunun karşısına geçtiğinizde kahramana deneyimlettikleriniz ve seçimlerinizle hikayeyi oynayarak ilerletmeniz mümkün. Yaratılan sanal evrenlerde gerçek hayata dair iletişimlerin de gerçekleşebildiği oyuncular arası etkileşimlerle sanal olan ve sokağın birbirine yakınlaşabildiği anlatı evrenleri, sahnede ya da herhangi bir boş alanda gerçekleşebilecek özgürleştirici tiyatro deneyimleri üzerine nasıl ilham verebilir?

Oyuncuya hikayeyi farklı sonlarla bitirme imkanı sunan oyunlardan biri: Detroit Become Human

Tekniğin olanaklarının kullanımını, metin çerçevesiyle belirlenmiş sahne performanslarında arka fona fotoğraf ya da film yansıtmaktan öteye taşımak için tekniği belirleyen iç dinamiklere ve günümüzün üretim süreçlerinin anlaşılmasına ihtiyacımız var. Liyakatsizlerin ceberut iktidar müsamereleriyle danışıklı çatışmalar yarattığı dünyada, küresel kolektif imkanları zorlamak için doğaçlama prensipleri büyük potansiyel barındırıyor.  Küresel iklim krizinin yıkıcı çatışmaları tetiklemesi büyük olasılık ama aynı zamanda bir arada durmanın ve eylemenin elzem olduğu zamanları da gösteriyor bize.  Dünya artık bildiğimiz ya da bize anlatılanlardan çok farklı bir hale geliyor.  Beslenme alışkanlıklarımızdan, sanatsal alışkanlıklarımıza tüm alanlarda ezberlerimizi gözden geçirmenin vakti.  Artık makinelerin bile yaşadıklarından öğrendikleri bir şeyler varken hem de.

Koray Tarhan
İstanbul
Ocak-2020

KAYNAKÇA


And, Metin. Oyun Ve Bügü. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları: 2003

--.                Geleneksel Türk Tiyatrosu. İstanbul: İnkılap Kitabevi. 1985

Close, Del, Halpern, Charna, Johnson “Howard” Kim. Truth In Comedy.  Colorado: Meriwether Publishing., 1994

Friedel, Egon. Antik Yunan'ın Kültür Tarihi. Çev. Nevati Aça. Ankara: Dost Yayınları, 1999

Frost, Anthony and Yarrow, Ralph. Improvisation In Drama-2nd Edition. New York: Palgrave, 2007

Gaster, Theodore H. Thespis. Çev. Mehmet H. Doğan. İstanbul: Kabalcı Yay. 2000

Greenfield, Adam. Radical Technologies - The Design Of Everyday Life. Londra: Verso. 2018

İnan, Kemal. Teknolojik İşsizlik. İstanbul: İletişim Yay. 2019

Johnstone, Keith. Impro. New York: Methuen Drama, 1996

Ranciere, Jacques. Özgürleşen Seyirci. İstanbul: Metis Yay. 2010

Spolin, Viola. Improvisation For the Theater. Illinois: Northwestern University Press, 1999

Schmitt, Natalie Crohn. Actors And Onlookers. Illinois: Northwestern University Press, 1990