“Burada hiçbir şey yok; her şey var.”
OYUN
İstiklal Caddesi’nde yürürken, benim hesabıma göre, saniye başına yaklaşık üç çift göz düşüyordu. Her çifte ayrı ayrı bakıyorum. Bazısı ile daha uzun müddet durup, donup, bakışıyorum. Bazısı bakışlarını hemencecik çekiyor bir yana. On sekiz göz var bu atölyede, “hımım, şunu zaten tanıyorum, bu biraz şapşal gibi, öteki ne de uyuz, bu komik, bu iyi, bu ıvır, bu zıvır, bu bok, bu püsür” Haa! Ben süperim ama! Sahnede her şeyin en iyisini ben yapacağım için, hep orada olmalıyım. Başrol ben, sınıfta en yüksek notu alan ben, mülakatta seçilen ben, tercih edilen ben... Zira farklıyım ben farklı! Dilim sürçtü. Ah! Ama bir saniye bakın ben aslında onu yapmayacaktım, ben gayet bilgili, yetenekliyim, sempatiğim, ama ben, ama ben, ille ben, ben! Sizlere anlatmalıyım, ben öyle bir şey ki…
Gözlerine bakınca ne olacaksa sanki aynı olduğumu mu fark edeceğim? Olsun hadi, dur bakalım, bak bakalım gözlerine.
Ekip işiymiş bu… Yanındakini arkadaşını gözetecekmişim. Ben yok biz varmışız. İyi anladık da, “Hımhım burada yanlış yaptı.” Demeyecek miyiz? Mesela bence burada çok aptalca davranıyor, nasıl halledecekmiş ki onu öyle? Ben ona doğrusunu söyledim. Zira en doğrusunu ben bilirim. Allah’ım yanlış yapsa ya! O da yapsa! Öteki de yapsa! Tabi ben de yakalasam da abartsam! Eleştirsem! Eleştirdikçe primim artsa, mükemmel olsam! Kanıtlasam… Ha?
“Bak sana pasta aldım.”
“O pasta değil, yastık!”
Arkadaşını reddetme. Herşeyikontroletmeliyim! Ona güven. Yasaçmalarsa? Bırak. Yasaçmalarsam? Saçmala. Olmadıolmayacakyine! Düşünme. İnsanlarbanabakıyor. Şimdi sen bir aynasın. Hoşgeldinizdediacabanecevapversem? Düşünme. Aradıneyapsamacaba? Düşünme. Benhopdersemotopdertopdersebennederimozaman? Düşünme.
Düşünme. Bırak. Yap.
Düşünmüyorum. Nesneler büyüyor avucumun içinde. Bıçağın sapını hissediyorum. Çayın kokusunu alabiliyorum. Mutfak desem mutfak oluyor baktığım yer. Orman desem orman, deniz desem anda limandayım. Eğer inanırsam…
Kendin inanmazsan boş ver gitsin, anlatma…
Farkındalık, özyeterlilik, özyetenek, özdevinim, özdolaşım, özüme dolanmışım, öz!
Bu sahneye geldiğimde hiçbir şey yokken her şey oldu hiçbir şey, gördüm. Şimdiye kadar söylediklerimi hayatıma yor sen. Zira doğaçlama dünyası, asıl hayatımın bir simülasyonuymuş. Gerçek dünyanın prova alanıymış.
İnan. Reddetme. İzin ver. Güven. Fark et. Hisset. Düşünme. Yaşa. Çocuk. Doğal. Kendin. Kendilik.
Sahne nerede tıkandıysa, hayat da orada tıkanıyordu. Tıkanıklık açılınca, ikisi beraber açılıyordu. Oyun, güçlendiriyordu. Zira güç diye öğretilenin aslında güç olmadığını gösteriyordu. Ezberi bozup, yeniden yazıyordu.
Doğaçlama atölyesine başlayalı yedi ay olmuş. Doğaçlama tiyatro mu? Evet, izlemesi komik, eğlenceli, gülüyorum işte, öyle bir tiyatro türü işte herhalde. Birkaç gün önce atölyeye gitmeyi düşünen bir arkadaşıma atölyeleri anlatırken, “izlediğin kadarı değil, anlatamam, gidip yaşaman lâzım” derken buldum kendimi. Aslında, her bir yanını anlatması çok zor… Öyle “sosyal fobi, özgüven, potansiyelinin farkındalığı ve işyerinde verimlilik” falan demeyeceğim tabiî ki hepsi oluyor. Tecrübe edilmesi gereken bir şey… Bir yerden duymuşsun mesela sosyal fobini halletmek için gitmişsin, bir de bakmışsın sahnede senin en çok enerjiyi veren malzemen olmuş asıl meselen. Tuhaf bir etki… Terapötik bir değişimi ifade ediyor aslında hepsi. Kolumu kaldırırken kolumun hava ile etkileşime girdiği anı gördüm. Yerimden daha emin kalktım. Dururken, yürürken bedenimin kıpırdayışını hissettim. Daha rahat kıpırdandım. Yolda dans etmek istedim. Böyle olunca daha az düşündüm. Daha az yoruldum. Hiçbirşey ve her şey olmanın verdiği hafiflik... Gülebilmek lütfu cabası…
Oynadığım oyun bunların hepsi, hepsinin toplamı ve hiçbiri ve ötesi…
Nazlı Kalkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder