Kahkaha
doğaçlama tiyatronun birincil yakıtı. Oynayan da izleyen de
gülmenin ve kahkahanın peşinde. Eh pek şaşılacak yanı yok
bunun. Gülmeye yol açan nedenlerin başında beklenmedik olanla
karşılaşmak geliyor. Zihin ufak bir şokun ardından gerçeklik
düzlemine geri dönüyor ve rahatlıyor. Bu rahatlama da kahkahayla
birlikte diyaframın bıngıldamasına neden oluyor. Pekiyi her
gülmeye neden olan şey komedi mi oluyor? Seyircinin gülmesi için
herşey mübah mı? Bunun için sahnede donunu bile indireni
gördükten sonra yanıt sanırım birçok doğaçlama oyuncusu için
evete yakın maalesef.
Gülmek
güldürmek bunlar güzel şeyler. Güzel de acaba her gülme boyalı
gazete doktorlarının söylediği gibi biftek faydası verir mi?
Hani her kahkaha attığınızda biftek yemiş gibi olursunuz diyen
İsviçreli doktorların sağlık sayfası açıklamaları var ya.
Yani gerçekten öyle mi? Bazen bu kahkahanın Eminönü “Tarihi”
Balıkçılarında balık ekmek yiyip zehirlenme etkisi yaratma
olasılığı var mıdır? Ya da Sıhhiye köprüsü altında
satılan tavuk döner efekti yaratan kahkaha olabilir mi? McDonald
etkisiyle gülme obezitesi yaratması mümkün müdür?
Evet
gülme obezitesi güzel oturdu buraya. Şimdi güldürmeyi anne
yemeği tadında besleyici bir şekilde pişirmeyi mi öğrenmek
istiyoruz yoksa elli kuruş fazla verip büyük menü mü tercih
ediyoruz? Korkma derdim komedide Karatay diyeti yaratmak değil ama
en azından yarattığımız komiğin diyetini verebiliyor muyuz onun
peşindeyim. Bana kalırsa bırak doğaçlama sahnesinde yaratılan
komiği, bütçeli televizyon projelerinde çoğu senaryo yazarından,
oyuncudan, yönetmenden oluşan ekipler de aynı sağlıksız
mutfakta pişiriyor komikliklerini.
Ne
pişiyor ve ne yiyoruz bu kötü mutfaklarda? Bize refleks olarak
kahkaha attırması beklenen tabakta ne gibi şeyler var? Bir kere
en ucuz mutfaklarda aşağılama, ötekileştirme var. Kürt, Laz ya
da başka bir şivenin kötü taklidiyle ne söylenirse söylensin
komik olacakmış öngörüsü var. Öngörme. Yapma bunu. Hiç
hoş değil. Haydi geçtim işten anlamayan tv yapımcısının
“ehere ehere, halk bunu istiye” tavrını, sen bari doğaçlama
yaparken bunu yapma. Bir etiğin olsun, güldürebiliyorsan öyle
güldür.
Ötekileştirmeden
girmişken cinsel göndermelerle önce eşcinsel, sonra da kadın
ötelemelerini es geçmemek olmaz. Kaç sahnede görmüşüzdür
kırıtarak yürüyen erkek oyuncunun eşcinsel karakteri aşağılık
birşeymişcesine cezalandırırcasına komik kastırdığını.
Tvde yayınlanan yazılmış, çizilmiş, çekilmiş ve dahi aralara
alkış komutuyla “aman ne kadar eğleniyoruz” atmosferi
yaratılmış skeç programlarında bolca göreceğiniz cinsten sefil
komedileri yaratmanın kimseye bir faydası yok. Tek faydası bu
ötekileştirici cehennemin ateşini kahkahalarla harlamak. Aynen
TRT'nin acınası olduğu kadar acı veren güldürü programı Güle
Güle programında olduğu gibi mesela. Adamlar bir programın bir
skecinde sözüm ona “Bugün Ne Giysem” ya da “Bu Tarz Benim”
nevinden ıvır zıvır programlarla dalga geçmeyi amaçlarken bir
yandan da toplumsalımsı mesaj vermeye çalışmışlar. Pekiyi
sonuç ne olmuş? Maalesef Sıhhiye Köprüsü altı tavuk dönerle
nargile kafe kahvesi gibi bir şey olmuş. Ürün var ama tatsız.
Nasıl yapmışlar şaşırmamak elde değil. Aynı skeç içinde
hem eşcinsel komiği, hem mafyatik adam vurma güzellemesine varacak
denli ölümlü komiklikler hem de erkek ses tonlu Kürt şiveli
ceberrut kadın komiğini ortaya karışık yapmışlar. O erkeksi
Kürt şiveli kadın telefondan kocasını arıyor, kocası da skecin
sonunda herkesi vurup öldüren mafya babasının karısı. Herkesi
vuran adam birden bire tamam karıcığıma bağlıyor ve hemen eve
geleceğini söylüyor. Ne oluyorsa bundan sonra oluyor ve “ne
alaka ulan” dedirtecek şekilde seyirciye dönüp vallahi yalanım
yok aynen şöyle söylüyor; “Erkeklik ne adam kesmektir, ne racon
kesmektir. Erkeklik akşam yedide eve gidip akşam yemeğinde ekmek
kesmektir”. Komedi, iktidarından emin muktediri tekinsiz hislere
gark ettiği sürece mizah donuna girer. Aksi tavırlar sadece torba
doldurur. Doldurma! Sonra bu zihinsel ve ruhsal çöplüğü
sıfırlayamazsın.
Besleyici
komedi için muhtaç olduğumuz kudret kendi açmazlarımızın
hakikatinde yatıyor. Hakikatin kendisi komik. Ancak bunu ne kadar
açık etmek istiyoruz? İşte bu soru çok büyük. İzleyene
“aynı benden bahsediyor lağn ama bu çok komik” hissini ne
kadar yaşatıyoruz? Kahkahanın tartışmasız en büyüklerinden
Cem Yılmaz'ın anlattıklarında kaç kere bunu hissettiğini
sayabilir misin? Neredeyse herkesin bildiği kızlar tuvaletinin
önünde sevgilisini bekleyen erkek konusu kaçımıza uzak? Cem
Yılmaz anlatırken neredeyse bütün erkekler ve kadınlar o
tuvaletin dışında ya da içinde olduğu anı hatırlamıştır
sanırım. Bu konu üzerine biraz daha laf cambazlığı yapacak
olursak sadece bu anlatılan küçük ayrıntı bile toplumdaki kadın
erkek ilişkisi üzerine düşünceye dalma fırsatını verebilir.
Tuvalete giden kadın, onun “güvenliğinden” sorumlu erkek,
kadının tek başına işemeye bile gidememesi, erkeğin kendisine
yüklenen “misyonlardan” dolayı maymun olması, mülkiyet ıvır
zıvır.
Doğaçlama
sahnesinde daha “komik” olmaya çabalamak yerine daha hakiki
olmaya çabalamak, aslında birşeylere çabalamadan hikayeyi
yaşadığımız hakikatin üzerine birlikte inşa etmeye çalışmak
sahne üzeri için de izleyici tarafı için de daha besleyici
olacaktır. Doğaçlama komedinin vitamini hakikatindedir. O
hakikat de “oyuncu” olmaktan ve sadece hüner veya zeka
sergilemeye çalışmaktan kendisini kurtarmış insanların birlikte
kollektif bilinçlerini harekete geçirme çabasıyla ortaya çıkar.
Organik tarım için endüstriyel tarımın pestisidlerinden
olabildiğince uzakta olmanız gerekir. Belki de bu yüzden
endüstriyel komedinin market rafları tvlerde akıp duran doğaçlama
komedilerinden bir cacık olmuyor. Tabii ki istisnaların mevcut
olması umuduyla.
Koray
Tarhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder