DOĞAÇLAMA
TİYATRODA RİTÜEL VE KOMÜNYON UNSURLARI
GİRİŞ
Whose Line Is It Anyway?, The Upright Citizen’s Brigade, Saturday
Night Live ve birçok komedi programının kökleri Chicago, Illinos
ve Calgary, Kanada ortaya çıkıp gelişen Kuzey Amerika doğaçlama
tiyatro geleneğine uzanır. Bu tip performans biçiminde seyirciden
alınan birtakım yönelimler doğrultusunda sahneler, öyküler,
karakterler, temalar, diyaloglar ve sahneleme spontan bir şekilde
ortaya çıkartılır. Bu tip tiyatroda yetenekler, düşünceler ve
deneyim yüksek seviyede bir farkındalığa ve dikkate ihtiyaç
duyar. Bu farkındalık ve dikkat sadece diğer oyuncuları değil
aynı zamanda mekanın kimyasını da etki alanına alır. Doğaçlama
tiyatro oyuncular ve seyirciler için tekrarı olmayan eşsiz bir
oyun ortaya koyarken, doğası gereği kollektif ve toplumsal
duyarlılıkla dolu bir atmosferi açığa çıkartmaya meyillidir.
Bazıları kaydetmeye çalışsa da, gösteri bittikten sonra
deneyimimizi ölçüp biçecek anılardan başka bir şey kalmaz
elimizde. Doğaçlamanın kurgulanmış halini televizyona taşıyan
da, irili ufaklı şehirlerde doğaçlama topluluklarını pıtrak
gibi çoğaltarak dünya çapında hızla yayılma noktasına
getiren, doğaçlama süreçte ortaya çıkan işte bu toplumsal
duyarlılık ve ortak akıl halidir.
Bu tip bir tiyatroya birçok kuramsal bakış açısından
yaklaşılabilir. Biz Performans, Mizah ve Ritüel açısından
yaklaşacağız. Bu makale içinde konuya ‘liminal’ ve
‘liminoid’ fenomenleri ile çok yönlü bir kavram olan
‘komünitas’ı barındıran Victor Turner’ın teorisinin
gözünden yaklaşacağız. Turner performansı ‘liminoid’ bir
fenomen olarak ele alır. Bununla birlikte, hem ritüel hem de
tiyatroya yoğunlaşan Victor Turner’ın genel olarak performansta
ve özellikle tiyatroda kolektif anlamlar ve sosyal işlevleri
üzerine kafa yoran yaklaşımının temelinde bu toplumsal pratikler
ve kolektif davranışların karışımı yatar. (Turner 1982, 1988)
Turner komunitasın büyük toplumsal eşitlik, dayanışma ve
beraberlik duygularını taşıyan hassas toplumsal ruh olduğunu öne
sürdü. Komunitas, liminaliteyi birlikte deneyimleyen
insanların karakteristiğidir. (Turner, 1982) Liminalite
Turner’a göre düşünce, özfarkındalık ve davranışsal
sınırların genleşmesiyle oluşan ve yeni bir şeylere yol
açılmasını sağlayan geçiş sürecidir. (Turner, 1982) Liminal
ise aynı zamanda zamanı ve mekanı gösterir. Bu kavram bir
olaya ya da mekana aynı zamanda uygulanabilir. Bunun sebebi
zaman/mekan’ı normal kurallardan, tipik sosyal ve kültürel
gidişatın içindeki adetlerden ayıran sınırlanma hissidir.
Birçok kültürdeki çeşitli ritüellere katılan ya da maruz kalan
insanlar ritüel süresince sosyal normları tersine çevirme ya da
kuralları çiğneme konusunda izinlidirler ve hatta teşvik
edilirler. (Bell 1997, Turner 1982)
Bununla birlikte, ritüellerin kutsal olanın temellerini oluşturan
tipik zorunlu eylemler olmaları onları ‘Liminal’ yapan
başlıca belirleyicilerdendir. Oysa sosyal normları eğip büken,
kıran, ters çeviren ve hatta kuralları çiğneyen birçok etkinlik
sayabiliriz. İnsanların birbirlerine deli gibi çarparak slam dans
yaptıkları Punk konserleri, bir spor müsabakasında tuttuğu takım
için bağırıp çağıran taraftar, bir oyun içinde başka biri
gibi davranırken ya da bir doğaçlama tiyatro performansında
yönelim vermek ya da oyuna katılmak için çığlık attığınızda.
Bütün bu örneklerdeki insanların davranışlarını bağlamından
koparttığımızda sosyal normlar tarumar olmuş gibi olur.
Liminal uzayın içinde kişi Komunitas deneyimini
kazanma potansiyeline sahiptir. Turner kendi komunitas
anlayışını temel bir deneyimden yola çıkarak üç bileşene
ayırır. Diğer iki bileşen için temel deneyim ve katalizör
‘spontane komunitas’tır. Bu üç bileşen Turnet
tarafından şöyle açıklanır;
(1) Spontane Komunitas, ‘insani kimliklerin
doğrudan, dolaysız ve kökten bir yüzleşmesidir’, kişisel
etkileşimlerin yoğundan ve derin bir şekilde olduğu... bu an
uyumlu insan-dostların, türdeşlerin, varoluşsal zeminde ortak bir
anlayışı berraklaştırdıkları andır. Eğer bu an içinde
gruptaki kişiler (birinci tekil şahıs olarak) ‘özde biz olma’
duygusunu yaşayabilirse, grup ortak bilincindeki aydınlanmayı
sürdürebilir. (2) İdeolojik Komunitas,
spontane komunitasın etkileşimlerini açıklama arzusunda olan bir
takım teorik fikirlerden oluşur. Burada geçmişe bütüncül bir
bakışla baktığımızda, ‘hafıza’nın zaten bireyi toplumsal
ya da ikili deneyimlerden uzaklaştırdığını görürüz. Burada
deneyimi yaşayan kişi geçmiş aciliyetlere aracılık etmek üzere
lisanı ve kültürü dikkate almaya başlamıştır... (3) Düzgüsel
Komunitas, ise spontane komunitasta ortaya çıkan
ilişkileri az çok sürekli kılmaya gayret eden ve korumaya çalışan
bir altkültürü ya da grubu işaret eder. (Turner 1982)
Bu makale daha çok ‘spontane’ ve ‘ideolojik’ komunitas
kavramlarının etrafında dolaşmak meylindedir. Bu iki ayrım
doğaçlama tiyatroda ortaya çıkan öğrenimsel atmosferin keşfi
noktasında daha uygulanabilir gözükmektedir. Bu ayrımlar,
deneyimlerin dolaysızlığına ve bu deneyimlerin ve tekniklerin
tartışılmasıyla ve açıklanmasıyla ilgilidir. Doğaçlama
tiyatronun ortaya çıktığı zamanda, onu standardize etmek üzere
ortada bulunan herhangi bir yapı görülmemektedir. Victor
Turner’in ‘Düzgüsel Komunitas’ olarak yukarıda tanımladığı
kavramın konuya dahil edilebilmesi için önce böyle bir yapının
ortaya çıkması gerekmektedir.
Viola Spolin ve Keith Johnstone doğaçlama tiyatroyu, tiyatro
oyunlarını açıklayarak ve iletişimi ideolojik temelde ele
alarak formalize eden ve bunu okur yazar dünyayla buluşturan
öncülerdir. Doğaçlama tiyatronun temel terminolojisini ve
lisanını oluşturan Spolin ve Johnstone (aşağıda ayrıntılarıyla
açıklamaya çalışacağımız) tiyatro oyunları vasıtasıyla
yaşadıkları kendi spontane komunitas deneyimleri ve gözlemlerinden
yola çıkmışlardır. Chicago’da bulunan Improv Olympic ve
Second City gibi popüler olan uydu eğitim merkezlerinin yanında
dünya çapında çeşitli irili ufaklı şehirlerde bulunan impro
toplulukları vasıtasıyla Turner’in ‘komunitas’ kavramı
doğaçlama tiyatro dünyasında kendini açığa çıkartır.
ÖNCÜLER VE FİKİRLERİ
Daha önce de belirttiğimiz gibi, doğaçlama tiyatronun kökenleri
Chicago Illinois ve Calgary Kanada’ya (ve/ ya da Londra
İngiltere’ye) dayanır. Keith Johnstone’ın çalışmalarından
on yıl veya biraz daha öncesinde olmasına rağmen, Viola Spolin
çalışmaları dolayısıyla modern doğaçlama tiyatronun
babaannesi olarak anılır. Her ikisi de çalışmalarında, bugünkü
tüm doğaçlama tiyatro formlarının temelini oluşturan, tiyatral
oyunların yaratımı ve pratiğine odaklanmışlardır. Bu iki isim
şüphesiz doğaçlama tiyatronun yegane yaratıcıları değildirler.
Ancak her ikisi de yaptıkları işleri geliştirmek ve dünyaya
yaymak konusunda önemli öncülerdir. Burada sadece, modern
doğaçlama tiyatronun gelişiminde benzerlerinden daha dikkat çekici
olarak öne çıkan öncülere yer verilecektir. Ürettikleri bir
takım fikirleri ve metotları ortak kullanımda dolaşan birçok
birey veya topluluk var. Ancak doğaçlama tiyatroda bilginin atölye
çalışmaları ve sözlü iletişimle yayılması konusu tamamen
ayrı bir çalışmayla ele alınmayı gerektirmektedir. Bu makalede
yarattıkları ve dünyaya yaydıkları tiyatral oyunlarla bu günkü
doğaçlama tiyatronun tohumlarını atan Viola Spolin ve Keith
Johnstone’ın çalışmaları odağımızda olacak.
Spolin göçmen ailedendi. Bu durum onun göçmenlik deneyimiyle
empati kurabilmesini sağladı. Kendi çocukluğunda deneyimlediği
rol oynama oyunları göçmen olmanın zorluklarını anlamada ona
yardımcı oldu. Bir yazısında; ‘amcalarının ve halalarının
özel kostümler giyerek aile toplantılarında göçmen olmanın
zorluklarını, dil ve iş bulma gibi konularda çektikleri
sıkıntıları diyaloglar ve şarkılarla komik bir şekilde
canladırdıklarını’ aktarır. (Spolin, 1963) Spolin öz
deneyimlerinde yer alan ‘doğaçlama’ anların değerini açıkça
olmasa da sezgisel boyutta anlamıştı. Bu anlayış onu çalıştığı
grupları etraflarında dönen yaşamları ve dünyaları
çerçeveleme, eleştirme ve araştırmaya sevketmekte anahtar oldu.
Bu durum onun doğaçlamayı geliştirmek konusunda yaptığı
çalışmaları yoğun bir şekilde etkiledi. Bu çalışma aynı
zamanda onu elllili yılların sonunda the Compass Players isimli
Amerika’nın ilk doğaçlama grubunun çalışmalarında lider rol
oynamasını sağladı.
Spolin çalışmalarına Federal Tiyatro Projesi kapsamında başladı.
Bu bunalım dönemindeki Chicago’da belediyeye bağlı WPA-İş ve
İşçi Bulma Kurumu’nun bir uzantısıydı. Viola, Chicago’da
bulunan Grup Çalışma Okulunda Neva Boyd’un öğrencisi olmuş ve
çalışmıştı. ‘Boyd’un gruplarla yaptığı liderlik,
rekreasyon ve sosyal çalışmalardaki devrimci yaklaşımı ve fakir
mahallelerde göçmen çocuklarla yapılan çalışmalarda sosyal
davranışları etkilemek için geleneksel oyun yapısının
kullanımı Spolin’i derinden etkiledi.’ (Spolin , 1963) WPA’ya
bağlı Rekreasyon Projesi’nde (1939-1941) drama lideri olarak
çalıştığı yıllarda Spolin, kültürel ve etnik bariyerleri
rahatlıkla aşmaya yarayacak, kolay anlaşılır bir tiyatral
çalışma sistemine ihtiyaç olduğunu hissetti. (Spolin, 1963) Bu
çalışmalardan faydalanan kişiler çoğunlukla göçmenler ve
onların çocuklarıydı. Engelleme, diyalog, sahne boyama, mim vb.
birtakım tiyatral problemleri çözmek üzere oyunlar tasarlamaya
başladı. Amacı oyuncuların varması gereken birçok hedef
karşısında tutulmasını engellemekti. Bir ‘oyun’ iki veya on
dakika arasında süren kısa sahnelerden oluşur. Oyunlar,
oyuncuları, içlerinde barındırdıkları kısıtlamalar ve
kaideleri takip edebilecekleri bir veya birkaç kuralla,
yönlendirirler.
Örneğin, öğrencileri bir müddet birbirlerine dokunmayı
reddederler. Bu sorunu ortadan kaldırmak için ‘Temas’ oyununu
geliştirir. Oyunun kuralı bir oyuncunun herhangi bir replik
söyleyebilmesi için diğer oyuncuya bir şekilde dokunmak zorunda
olmasıdır. (Sweet, 1987) Bu tek bir basit kuralı olan oyunu
geliştirmek katılımcıların, sahne resimleri oluşturulurken
sahnedeki oyuncunun duruşunun/hareketlerinin nasıl ilginç/anlamlı
imajlar yarattığını keşfetmelerini sağladı. Öte yandan
katılımcılar dokunmanın aynen gerçek hayatta olduğu gibi
sahnede de dramatik sahnelerin derinliğini ve tonunu belirlediğini
keşfetti. Spolin, ‘oyun yapısını tiyatral çalışmalar içinde
kullanmanın çocukları ya da amatörleri mekanik ve yapmacık sahne
davranışlarından kurtarmaya yardımcı olduğunu’ hissetti.
(Spolin, 1963) Spolin’in sezgileri daha sonra Victor Turner’in
‘komunitas’ olarak belirlediği ve tanımladığı kavramla
örtüşmektedir. Spolin çığır açan Tiyatro için Doğaçlama
isimli kitabında şunları not eder:
‘Spontanite sayesinde kendimizi yeniden şekillendiririz.
Spontanite bizi, düşünce kaynaklarımızdan devraldığımız
çerçevelerden, eski bilgiler ve gerçeklerle tıkanmış
belleğimizden, sindirilmemiş teorilerden ve başka insanların
bulduğu tekniklerden bizi özgürleştirirken bir patlama etkisi
yaratır. Spontanite gerçeklikle karşılaştığımız, onu
araştırıp bir tavır alma sürecinde bireysel özgürlüğümüzü
kazandığımız anı ifade eder. Benliğimizin dağınık küçük
parçaları, bu anda organik bir bütünlük halinde çalışır.’
(Spolin, 1963)
Spolin’in düşünceleri Turner’in altmışlı yılların
sonlarında ve yetmişlerin başlarında yazdığı yazılarla aynı
duyumu ve atmosferi taşır. Spolin’in fikirleriyle performansın
entellektüel mecrasına nüfuz ettiği zamanlardan on yıldan az bir
süre sonra Turner Simgesel Antropoloji alanında neredeyse aynı
kavramları araştırıp açıklıyordu. Spolin’in tiyatro
oyunları, Turner’ın açıkladığı ‘liminalite’ ve
‘komunitas’ kavramlarına açılan bir yoldu.
Keith Johnstone ellili yılların sonunda Royal Court Theater’a
katıldıktan sonra doğaçlama tiyatro alanında çalışmaya
başladı. Gerçekte oyun metni okuyucusu olarak kayıtlıydı.
Daha sonra, tiyatro yazarlar grubu ve oyunculuk stüdyosu olarak
ayrıldı. Bu noktadan sonra Johstone, ‘masallar, sözcük
çağrışımları, serbest çağrışım, sezgisel karşılıklar ve
daha sonrasında da mask çalışmaları’ (Johnstone, 1991) içeren
özgün doğaçlama çalışmalarını oyuncularla birlikte
uygulamaya başladı. Johnstone aynı zamanda doğaçlama
çalışmalarını, sosyal statüleri anlamaya, araştırmaya ve
bunların sahnelenme olanaklarını bulmaya vakfetti. Bütün bu
çalışmalar, ‘yetişkinlerdeki yaratıcı gücün yeniden
keşfedilmesi konusunu teşvik etmiş oldu’. (Johnstone, 1991) Şu
anki çalışmalarının büyük bir çoğunluğunu kurmuş olduğu
Loose Moose tiyatrosunda ve Calgary’deki okulunda gerçekleştirdi.
Johstone’ın ilk kitabının giriş bölümünde yazan Irving
Wardle şöyle söyler: ‘Biliçdışı’nın bütün büyük
savunucuları gibi Johnstone da sağlam bir akılcıdır. Tiyatronun
harap olmuş entellektüelizmine psikoloji ve antropoloji ile
beslenmiş keskin fikirler sunar.’ (1991) Bu Johnstone ile ilgili
yapılmış önemli bir karakterizasyondur. Onun düşüncesi Paolo
Friere ve takipçilerinin ‘Ezilenlerin Pedagojisi’nde ortaya
koyduğu çizgide ilerleyen pedagojinin bir yansımasıdır.
Johnstone’ın Impro: Doğaçlama ve Tiyatro 1970 yılında
yayımlanan Ezilenlerin Pedagojisi isimli kitabından onbir
yıl sonra 1981 yılında yayımlandı. Johnstone modern eğitimi
çoğunlukla ‘kötü öğretmenlerin yeteneği yok ettiği yıkıcı
bir süreç’ olarak algılıyordu. Ona göre bunun nedeni
öğretmenlerin eğitimi ‘mutlak bir şey’ olarak görmeleriydi.
Johnstone ise kolejdeki sanat öğretmeninin ‘doğru olanı yapmak’
yerine öğrencilerin içlerindeki potansiyeli çıkartmaya çalışan
yaklaşımından etkilendiğini ifade eder.
Stirling sanatın yetişkinler tarafından empoze edilebilecek
birşey olmadığına aksine sanatın çocuğun ‘içinde’
olduğuna inanırdı. Öğretmen çocuktan üstün değildir ve asla
‘şu iyidir, şu kötüdür’ diye herhangi bir şey göstermemeli
ya da empoze etmeye kalkışmamalıdır. (Johnstone, 1991)
Bu paragraf Johnstone’ın sosyal statüler üzerine yaptığı
çalışmaların kalbinden geçer. Johnstone’ın tiyatroyla ilgili
geliştirdiği fikirlerin çoğu; tanınan İngiliz Zoolojist Desmond
Morris sayısız kitaplarından yaptığı okumalarla, geliştirdiği
hakimiyet ve teslimiyet arasındaki ilişkide demlenmiştir. Bu
paralel fikirler pedagoji üzerine düşüncelerini renklendirdi.
Öğretmenin statüsünü olabildiğince alçaltmasının ve
istemeden de olsa yıkıcı eleştirilerden ve engeller yaratmaktan
kaçınarak keşif duygusunu teşvik edici seçenekler ve imkanlar
sunmasının önemini derinden hissetti. Bu fikirler bahsi geçen
kolej öğretmeni Anthony Stirling’den mirastır. Johnstone
Stirling’in öğrencilerine Tao Te Ching okumalarını önerdiğini
ve daha sonra bu Çin metninin belli bölümlerinden alıntılar
yaptığını ifade eder. Bu durum elilili ve altmışlı yıllarda
batılı sanat çevrelerinin üzerindeki doğu düşüncesi etkisine
işaret eder. Johnstone’ın bütün bu düşüncelerinin temelinde
‘öğrencinin başarısız olma halini asla deneyimlememesi yatar.
Öğretmen, yeteneklerini öğrencinin her durumda başarılı
olacağı deneyim ortamını yaratmaya sarfetmelidir.’ (Johnstone,
1991)
Burası Turner’ın komunitas kavramının üç ayrımından
biri olan spontane komunitas kavramıyla bağlantı
kurabileceğimiz noktadır. Johnstone statüyü alçaltma ve ‘evet’
odaklı deneyimlerle dolu akıcı süreçlere odaklanmıştır.
Odaklandığı bir diğer nokta da, Turner’ın spontane
komunitas teorisinde açıkladığı gibi, ‘hayır’ odaklı
deneyimlerle dolu boğucu hiyerarşik atmosferin üzerine kaplayan
eşitlik atmosferdir:
Ancak ne zaman ki, spontane komunitas’ın modu, tarzı, ya da
‘nöbet’i hakim olduğunda kişisel dürüstlükte ve açıklıkta
önemli bir yükseliş olurken kendini beğenmişlik ve gösteriş
merakı en aza iner. Ötekiyle doğrudan iletişim kurarken şimdi
ve burada olmanın, karşıdakini empatiyle anlamayı sağlayacak
şekilde davranmanın önemini hissettik. Bunu sağlayabilmek için
de kültürle belirlenmiş rol, statü, şöhret, sınıf, kast,
cinsiyet gibi engellerden kurtulamız gerekir. (Turner, 1982)
Spolin’le ortak noktalar bununla sınırlı değil. Johnstone da
ilk öğretmenlik yapmaya başladığı okul, İngiliz işçi
sınıfının yaşadığı ‘yeni öğretmenlerin’ kabul görmediği
bir çevredeydi. ‘Yeni öğretmen’ olarak kendisine ‘eğitilemez’
olarak nitelenen öğrencilerle dolu zor bir sınıf verildi. Onları
yazmaya teşvik etmek üzere çalıştı.
Onlara birbirlerine yazılı notlar göndermeye ikna etmeyi
denedim. Bu notlarda benimle ilgili terbiyesiz yorumlarda
bulunabileceklerdi. Denedim fakat sonuç bir hiç oldu. Birgün
sınıfa daktilomu ve sanat kitaplarımı götürdüm. Onlara
kitaplarda gördükleri resimlerle ilgili yazdıkları herşeyi
daktilo edebileceğimi söyledim. Daha sonra onlara aynı zamanda
rüyalarını da daktilo edebileceğimi öğrendiklerinde birçoğu
yazmak konusunda istekliydiler. Herşeyi onların yazdığı gibi
daktilo ettim. Onlar farkedene kadar imla hatalarını da olduğu
gibi bıraktım. Şeyleri doğru yapma baskısı öğretmenden değil
çocuktan geliyordu. Çocukların sergiledikleri duygu, öfke
yoğunluğu ve doğru olma konusundaki kararlılıkları karşısında
hayrete düştüm. Çünkü hiçkimse onların herhangi birşeyi
umursadıklarını hayal bile edemezdi. Okur yazar olmayanlar bile
doğru yazabilmek için bilenlerden sözcükleri kendilerine
kodlamalarını rica ediyorlardı. (Johnstone, 1991)
Johnstone’ın kendi kimliği ve görevleri arasındaki statü
farkını minimuma indirmeye çalışması bu örnekte gayet açıktır.
‘Rol, statü, sınıf, kast’ gibi kavramların yatışması
öğrenciler için, sinıftaki motivasyonu ve bakış açılarını
kısıtlayan normal ve kuralcı yapıları dışlayan, yepyeni bir
sınıfa kapı açtı. Sınıf liminal bir alan haline geldi. Bu
sınıf liminalitesi Johnstone tarafından şöyle geliştirilmiş ve
beslenmiştir:
Birinci yılımın sonunda Bölüm Memuru, stajımı bitirmeyi
reddetti. Sınıfı bir keresinde çocukları maskeler takmış bir
şekilde aritmetik yaparken bulmuştu. Ben sanat dersinde yapılan
bu maskelerin neden hiç takılmadığını anlamıyordum. Ayrıca
sürünerek geçmesi gereken karton bir tünel vardı ki bu da sınıfı
aynı zamanda bir igloya dönüştürüyordu, o ise yerdeki hayali
deliğin etrafından dolaşmayı reddediyordu. (Johnstone, 1991)
Johnstone’ın geçmişindeki bu örnek Turner’ın liminal
tanımlamalarından biriyle bağıntılıdır. Bu tanımlamaya göre
liminal anda mekanda ‘tuhaf normal olur, etraftaki şeylerin kendi
aralarında alışılmış bağlantılarla oluşturdukları düzenler
zayıflamaya başlar, şeylerin sarsılması ve yeniden biraraya
gelmelerinin ardından yeni düzende şeyler canavarca, fantastik ve
doğal olmayan biçimlerde görünür. Ritüele katılan rahip
adayı, topluma katılacak ergen, yeni üye vb. bugüne kadar
bahşedilmiş kültürel deneyimler üzerine düşünmeye zorlanır.’
(Turner 1982) Johnstone’ın anlatımından, Bölüm Memuru’nun
eğitim anlayışının asimilasyon ve itaate dayandığını
söylemek yanlış olmaz. Öte yandan Johnstone’ın eğitim
anlayışı keşfe, araştırmaya ve alışılmışın dışında
bağlantılara odaklanmıştır.
Daha sonra çok kritik bir sorun olan sahnede özgün/alelade
diyaloglar yaratma konusunu çözmek için sosyal statü kavramını
kullanmayı keşfetti. Birçok fikri denediyse de, en sonunda
oyuncularına ‘sahnedeyken statülerinizi oyuncu arkadaşınıza
göre yükseltin ya da alçaltın’ der. (Johnstone, 1991) Bunun
sonucu ‘hakiki’ duygu sahneler yaratmak oldu. Johnstone bu
keşfini şöyle açıklar,
Birdenbire şunu anladık; her çekim ve hareket bir statü
bildiriyor ve hiçbir hareket şans eseri ya da gerçekten herhangi
bir motivasyon barındırmadan gerçekleştirilmiyor... Gerçekte
statü mekanizması durmaksızın işlemekte. Parkta ördeklerin
hırgür çıkardığına, kavga ettiklerine tanık olmuştuk ancak
kavga etmediklerinde aralarındaki mesafeyi korumak konusunda ne
kadar dikkatli olduklarını farkettik. (Johnstone, 1991)
Bu nokta doğaçlama tiyatro konusu içinde liminal araftalık ve
aradalık kavramlarına değinmek için iyi bir fırsat sunar.
Sosyal statünün yapısökümü ve analizi oyuncunun gerçek
dünyadaki öz statüsü, oynadığı karakterin statüsü ve oyuncu
arkadaşının öz statüsü ve oynadığı karakterin statülerinin
değişken bir uzama girmesiyle başlar. Bu uzamda oyuncuların o
anda varolan statüleri korumak konusunu ortak bir görev haline
getirmeleri onları yeni ve iyi birşeyler bulmak zorunluluğundan
kurtarır ve bir birlik duygusu yaratır. Statüyü oyuncak olarak
gördükleri sürece, kısa bir süre de olsa, özgürdürler.
YAYILAN FİKİRLER
1955 yılının yazında The Compass, Chicago Üniversitesi
kampusunun yakınlarında çeşitli mekanlarda oyunlar oynamaya
başladılar. Ekip oyuncuların sağa sola dağılmasına kadar
birkaç yıl devam etti. Chicago Üniversitesinden ve kolej
çevresinden öğrencilerden oluşan bu çaylak tiyatronun yönetmeni
genç Paul Sills’ti. Paul aynı zamanda Viola Spolin’in oğluydu.
O yıllarda Chicago Üniversitesi genç entellektüeller için bohem
bir cennet gibiydi. Compass Theater, tiyatro adına yeni fikirler
keşfetmek isteyen genç insanların bir araya gelmeleriyle kuruldu.
Compass hemen kampusun çıkışında yer alan bir barda
performanslarına başladı. Chicago Üniversitesi için daha ilginç
ve bir o kadar da ironik olan ise,
Tiyatro ya da dil bölümlerinin olmadığı büyük Amerikan
ünversiteleri içinde neredeyse tekti. Chicago Üniversitesi
Oyunculuk Bölümü diye bir yer yoktu. Üniversite Tiyatrosu
Chicago Üniversitesi’nin beşeri bilimler konusundaki idealleri ve
standartlarının bir uzantısı olarak öğrenci etkinlikleri
ofisinin organize ettiği bir oluşumdu. Başka okulların futbol
koçu tutması gibi metinli tiyatro yapmak üzere bir yönetmenle
sezonluk anlaşma yapılıyordu. (Coleman, 1990)
The Compass’ın düzenini oluşturan alaşım, kaçkın
akademisyenlerin ve okul bırakmış bir avuç öğrencinin
kendiliğinden ve kendi seçimleriyle bir araya gelmeleri sayesinde
ortaya çıktı. Chicago Üniversitesi ellili yıllarda hala,
üniversite rektörü ve başkanı Robert Maynard Hutchins tarafından
tasarlanmış ve uygulama geçirilmiş ‘Chicago Kolej Planı’nın,
tam göbeğinde bulunuyordu. Bu plan bir ortaçağ üniversitesi
olan Saint Thomas Aquinas Üniversitesi’nden yoğun bir şekilde
etkilenmişti. Amacı ‘fikirlerin ve bilginin bütünlüğüyle
aydınlanmaya hizmet edebilen ve bilimin ilahi coşkusunu paylaşan
entellektüel akademisyenler’ kazandırmaktı. (Coleman, 1990) Bu
anlayış üniversitenin lisans bölümlerine giriş kriterlerini
kökten değiştirdi. Üniversite eğitimi almak isteyen gençlerde
aranan yaş kriteri feshedildi. ‘Lise ikinci sınıfa giden onbeş,
onaltı yaşlarında öğrenciler Chicago Üniversitesi’nin yaptığı
giriş sınavını geçtikleri takdirde ünversitede okumaya hak
kazanıyorlardı. Hatta bazı parlak öğrencilerin çok daha küçük
yaşlarda kabul edilmesi de söz konusuydu.’ (Coleman, 1990)
Üniversitede ‘ ‘sosyal bilimlere’ katkıda bulunmak
amacıyla kendi alanlarının darkafalı kaygılarını aşarak
biraraya gelen akademisyenlerden oluşan disiplinlerarası araştırma
takımları’ yaygınlaştı. (Coleman, 1990) Yaş farklılıklarının
ve uzmanlaşılmış bilgi alanlarını minimalize edilemsiyle
birlikte, Turner’ın komunitas’a dair bazı unsurları, dürüst
söylemlere yol açan ve statünün tetiklediklerini azaltan tarihi
atmosfere uygulanabilir. Öğrenciler içinde fakültede ilgi
duydukları konularda sempozyumlar düzenlemek, öğrenci dernekleri
olarak organizasyonlar yapmak olağandı. (Coleman, 1990) Toplumsal
duyarlılık açıkça teşvik ediliyordu. Diğer üniversitelerde
olduğu gibi Chicago Üniversitesi’nde de ‘komunizm’ ve
‘sosyalizm’ popüler ideolojilerdi.
İşte Viola Spolin ortama hakim şartlar böyleyken Compass
Players’ı çalıştırmak üzere davet edildi. Ekibi kendi tiyatro
oyunlarıyla çalıştırarak ilk doğaçlama tiyatro topluluğunun
doğumunu da hazırladı. Bu topluluktan The Second City, The Improv
Olymic, The Groundlings gibi tiyatrolar çıktı. Bütün bu
tiyatrolar Spolin’in tiyatro oyunlarını bozup yeniden inşa
ederek anlatı performanslarına hizmet edecek noktaları
işlevselleştirdiler. Bu performansların can damarında doğaçlama
yer alıyordu. Bu doğaçlamalar sonunda ortaya dramatik metinler ve
bugün bile Second City’nin hala kullandıklarına benzer skeçler
ortaya çıkıyordu.
Keith Johstone’un popüler gösteri biçimi Tiyatrosporu™,
yapısı ve amacı profesyonel güreşten ilhamla oluşturuldu.
Burada kullanılan oyunlar ‘Whose Line Is It Anyway’ programından
tanınan Ryan Stiles gibi oyunculardan oluşan turne topluluklarıyla
dünyanın çeşitli bölgelerine ulaşmış oldu. Bu gösteri
biçimi Uluslararası Tiyatrosporu Enstitüsüne telif kazandıran ve
gitgide büyüyen küresel franchising çalışmalarıyla dünya
çapında uygulanır oldu. Öyle görünüyor ki zamanla spontane
komunitasın ışığını doğaçlama akış anında, ideolojik
komunitasa özgü olanı da teorik tartışmalarda görüyoruz.
Son olarak düzgüsel komunitas da doğaçlama tiyatronun
alındığı, satıldığı, oynandığı, izlendiği, öğretildiği
ve öğrenildiği çeşitli yerler aracılığıyla kendi yapısını
kuruyor.
Brad
Fortier
Çeviren: Koray Tarhan
KAYNAKÇA
Bell, Catherine. Ritual: Perspectives and
Dimensions. New York, Oxford University Press, 1997
Coleman, Janet. The Compass. 1st Ed. ed. New
York: Distributed by Random House, 1990.
Freire, Paulo. Pedagogy of the Oppressed. New
York: Continuum, 1986.
Johnstone, Keith. Impro Improvisation and the
Theatre. 1991 Reprint ed. London: Eyre Methuen, 1981.
Spolin, Viola. Improvisation for the Theater.
Evanston, Ill: Northwestern UP, 1963.
Sweet, Jeffrey. Something Wonderful Right Away.
3rd Limelight Ed. ed. New York: Limelight Editions, 1987.
Turner, Victor Witter. “Liminal to Liminoid,
in Play, Flow, and Ritual.” From Ritual to Theatre the Human
Seriousness of Play. New York City: Performing Arts Journal
Publications, 1982. 20-60.
Turner, Victor Witter. “The Anthropology of
Performance.” The Anthropology of Performance. New York: PAJ
Publications, 1